Sayfa Ziyaret Süreniz !!!
Saniyedir bu sayfadasınız... |
MEHMET SALiM YILMAZ
SBS FEN VE TEKNOLOJi
6. SINIF FEN VE TEKNOLOJİ DERSİ SBS DE ÇIKACAK SORULARIN ÜNİTE-KONU DAĞILIMI VE 2008 SBS DE ÇIKMIŞ SORULARIN DAĞILIMI...
İLKÖĞRETİM 6 SBS FEN VE TEKNOLOJİ SORULARININ ANALİZİ
|
|||
KONULAR
|
2008
|
2009
|
2010
|
Canlılarda Üreme, Büyüme ve Gelişme
|
3
|
|
|
Kuvvet ve Hareket
|
2
|
|
|
Maddenin Tanecikli Yapısı
|
3
|
|
|
Yaşamımızdaki Elektrik
|
2
|
|
|
Vücudumuzda Sistemler
|
2
|
|
|
Madde ve Isı
|
2
|
|
|
Işık ve Ses
|
1
|
|
|
Yer Kabuğu Nelerden Oluşur
|
1
|
|
|
TOPLAM
|
16
|
1. ÜNİTE: CANLILARDA ÜREME, BÜYÜME VE GELİŞME
Canlılık hücre ile başlar.
-Hücre de organel çeşitleri ve görevleri. Bitki ve hayvan hücresi arasındaki farklar.
İnsanlarda üreme, büyüme ve gelişme.
Çocuk değilim artık.
Hayvanlarda üreme , büyüme ve gelişme.
-Omurgalı hayvan çeşitleri. Memelerin özellikleri (sütle beslenme)
Çiçekli bitkilerde üreme.
Tohumdan fidana.
-Çimlenme ve büyümeye etki eden faktörler (ışığın etkisi)
2. ÜNİTE: KUVVET VE HAREKET
Yaşamımızda ki sürat.
-Sürat hesaplama.
Kuvveti keşfedelim.
Kuvvetler iş başında.
-Bileşke kuvvetler. Kuvvetlerde denge.
Ağırlık bir kuvvettir.
3. ÜNİTE: MADDENİN TANECİKLİ YAPISI
Maddeyi oluşturan tanecikler.
- Maddenin tanecikleri arasındaki boşluğu deneyle gösterme.
Element ve bileşikler.
- Element, bileşik, karışım, molekül, atom modelleri.
Fiziksel ve kimyasal değişim.
- Fiziksel ve kimyasal değişime örnekler.
Maddenin halleri ile tanecikli yapı arasında ki ilişki.
- Maddenin hallerine göre tanecikli yapı ve ısı alış verişi.
4. ÜNİTE: YAŞAMIMIZDA Kİ ELEKTİRİK
Elektrik enerjisi nasıl taşınır?
-İletken ve yalıtkan maddeler.
Yalıtkanlar sizi korusun.
İletkeni değiştir, ampulün parlaklığı değişsin.
-İletken telin ampul parlaklığına etkisi (cinsi, kalınlığı, uzunluğu)
5. ÜNİTE: VÜCUDUMUZDA SİSTEMLER
Destek ve hareket sistemi.
-Sistemlerin sağlığının korunması (Destek sisteminin sağlığı)
Dolaşım sistemi.
Mikroplarla savaş.
- Akyuvar ve alyuvarlar sayılarının artışı
Solunum sistemi.
6. ÜNİTE: MADDE VE ISI
Maddenin tanecikli yapısı ve ısı.
Isının yayılma yolları.
- Isının yayılma çeşitleri (iletim, ışıma, konveksiyonel)
Isı yalıtımı.
7. ÜNİTE: IŞIK VE SES
Işığın farklı maddelerle etkileşimi.
Işığın farklı yüzeylerde yansıması.
- Küresel aynalarda özel ışınlar.
Aynalar ve kullanım alanları.
Ses nasıl yayılır?
Ses bir engele çarptığında ne olur?
Ses dalgaları neden maddesel ortamda yayılır?
8. ÜNİTE: YER KABUĞU NELERDEN OLUŞUR
Kayaçları sınıflandıralım.
-Kayaç çeşitleri ve bu çeşitlere örnekler
Geçmişten gelen misafirler.
Toprak ve toprak erozyonu.
Mavi gezegen
Yer kabuğunun doğal anıtları.
7. SINIF FEN VE TEKNOLOJİ DERSİ SBS DE ÇIKACAK
SORULARIN ÜNİTE KONU DAĞILIMLARI VE 2008 SBS DE ÇIKMIŞ SORULARIN DAĞILIMIDIR...
İLKÖĞRETİM 7 SBS FEN VE TEKNOLOJİ SORULARININ ANALİZİ
|
|||
KONULAR
|
2008
|
2009
|
2010
|
Vücudumuzda Sistemler
|
4
|
|
|
Kuvvet ve Hareket
|
2
|
|
|
Yaşamımızdaki Elektrik
|
2
|
|
|
Maddenin Yapısı ve Özellikleri
|
5
|
|
|
Işık
|
2
|
|
|
İnsan ve Çevre
|
2
|
|
|
Güneş Sistemi ve Özellikleri
|
1
|
|
|
TOPLAM
|
18
|
1. ÜNİTE: VÜCUDUMUZDA SİSTEMLER
Sindirim sistemi
-Besin grupları
Boşaltım sistemi
-Boşaltım sistemi organları ve görevleri
Denetleyici ve düzenleyici sistemler
-Hormonların görevleri (adrenalin)
Duyu organları
-Duyu organlarımızda almaç çeşitleri (deri)
Vücudumuzda ki sistemlerin sağlığı ve organ bağışı
2. ÜNİTE: KUVVET VE HAREKET
Yayları tanıyalım
-Yaylar zıt yönlü kuvvet uygular
İş ve enerji
Hayatımızı kolaylaştıran makineler
Enerji ve sürtünme kuvveti
-Sürtünme kuvveti ve düzgün doğrusal hareket
3. ÜNİTE: YAŞAMIMIZDA Kİ ELEKTRİK
Elektriklenme
-Elektroskopta yük belirleme
Elektrik akımı nedir?
Seri ve paralel bağlama
-Ampullerin seri ve paralel bağlanmasında ampul parlaklığının değişmesi
4. ÜNİTE: MADDENİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ
Elementler ve sembolleri
-Element, bileşik, molekül, atom modelleri
Atomun yapısı
-Atomun alt parçacıkları
Elektronların dizilimi ve kimyasal özellikleri
-Anyon ve katyon örnekleri
Kimyasal bağ
-İyonik ve kovalent bağ kuran elementler ve bunların elektron düzenleri
Bileşikler ve formülleri
Karışımlar
-Çözünürlüğü etkileyen faktörler
5. ÜNİTE: IŞIK
Işığın soğurulması
Beyaz ışık gerçekten beyaz mıdır?
-Işığın renklerine göre yansıması ve soğurulması
Işığın kırılması
-Işığın kırılması ve görme açısı
Mercekler
6. ÜNİTE: İNSAN VE ÇEVRE
Ekosistemler
Biyolojik çeşitlilik
-Doğada besin zinciri
Çevre sorunları ve etkileri
-Dünyamızda çevre kirliliği ve alınacak önlemler
7. ÜNİTE: GÜNEŞ SİSTEMİ VE ÖTESİ
Gök cisimlerini tanıyalım
-Gök cisimleri arasında ki farklar
Güneş sistemi
Uzay araştırmaları
4. Sınıflar Fen Teknoloji Dersi Öğrenme Alanları ve Üniteler
ÖĞRENME ALANI
|
ÜNİTELER
|
KONULAR
|
CANLILAR VE HAYAT
|
1. Vücudumuz Bilmecesini Çözelim
|
A. Destek ve Hareket
B. Soluk Alıp Verme C. Kanın Vücutta Dolaşımı D. Egzersiz Yapalım |
6. Canlılar Dünyasını Gezelim, Tanıyalım
|
A. Çevremizdeki Varlıkları Tanıyalım.
B. Yaşadığımız Çevre |
|
MADDE VE DEĞİŞİM
|
2. Maddeyi Tanıyalım
|
A. Çevremizde Sayısız Madde Var
B. Maddenin Halleri C. Maddenin Ölçülebilir Özellikleri D. Maddenin Değişimi E. Maddenin Isı Etkisiyle Değişimi F. Maddeler Doğada Karışık Halde Bulunur. G. Karışımlar Ayrılabilir mi? |
FİZİKSEL OLAYLAR
|
3. Kuvvet ve Hareket
|
A. Hareketli Varlıkları Gözlemleyelim
B. Cisimleri Hareket Ettirme ve Durdurma C. Kuvvet Cisimlerin Hareketini ve Şeklini Etkiler |
4. Işık ve Ses
|
A. Işık
B. Ses |
|
7. Yaşamımızdaki Elektrik
|
A. Elektrik ile Tanışalım
B. Elektriğin Günlük Yaşantımızdaki Yeri ve Önemi C. Farklı Elektrik Kaynakları D. Elektriğin Yol Açabileceği Tehlikeler E. Pillerle Tanışalım F. Basit Elektrik Devreleri Kuralım G. Oyuncak Evimizi Aydınlatalım |
|
DÜNYA VE EVREN
|
5. Gezegenimiz Dünya
|
A. Dünya’mızın Yapısını İnceleyelim.
B. Yer Kabuğunda Neler Var? Neler Yaşanıyor? |
5. Sınıflar Fen Teknoloji Dersi Öğrenme Alanları ve Üniteler
ÖĞRENME ALANI
|
ÜNİTELER
|
KONULAR
|
CANLILAR VE HAYAT
|
1. Vücudumuz Bilmecesini Çözelim
|
A. Besinler ve Dengeli Beslenme
B. Besinlerin Sindirimi C. Boşaltım D. Sağlığa Zararlı Maddeler |
5. Canlılar Dünyasını Gezelim, Tanıyalım
|
A. Canlıların sınıflandırılması
B. Yaşadığımız Çevre |
|
MADDE VE DEĞİŞİM
|
2. Maddenin Değişimi
|
A. Su Hâlden Hâle Girer
B. Isı-Sıcaklık C. Isı Maddeleri Etkiler (Maddenin Isı İle Etkileşimi) D. Maddenin Ayırt Edici Özellikleri |
FİZİKSEL OLAYLAR
|
3. Kuvvet ve Hareket
|
A. Kuvvetler
B. Mıknatısları Tanıyalım C. Sürtünme Kuvveti |
6. Işık ve Ses
|
A. Işık
B. Ses |
|
7. Yaşamımızdaki Elektrik
|
A. Basit Elektrik Devresi
|
|
DÜNYA VE EVREN
|
4. Dünya, Güneş ve Ay
|
A. Gökyüzü Macerası
B. Dünya ve Ay’ın hareketleri |
FEN VE TEKNOLOJİ 4. SINIF DERS KONULARI
1.ÜNİTE Canlılar ve Hayat
1.ÜNİTE Canlılar ve Hayat
- Destek ve Hareket
- Soluk Alıp Verme
- Kanın Vücutta Dolaşımı
- Egzersiz Yapmak Neden Önemlidir?
- Çevremizdeki Varlıkları Tanıyalım
- Yaşadığımız Çevre
2.ÜNİTE Madde ve Değişim
- Madde Nedir?
- Maddenin Hâlleri
- Ölçülebilir Özellikler
- Madde Nasıl Değişir?
- Madde Isıtılırsa Ne Olur?
- Saf Maddeden Karışıma
- Karışımlar Nasıl Ayrılır?
3.ÜNİTE Fiziksel Olaylar
- Hareketli Varlıklar
- Kuvvetin Etkileri
- Işık Kaynakları ve Aydınlatma Teknolojileri
- Çevremizdeki Sesler
- İşitme ve Ses
- Elektrik Enerjisini Tanıyalım
- Elektrik Kaynağı Olarak Piller
- Elektrik Devrelerini Tanıyalım
4.ÜNİTE Dünya ve Evren
- Dünyamız
- Dünyamızın Yapısında Neler Var?
FEN VE TEKNOLOJİ 5. SINIF DERS KONULARI
1.ÜNİTE Canlılar ve Hayat
1.ÜNİTE Canlılar ve Hayat
- Besinler ve Dengeli Beslenme
- Besinlerin Sindirimi
- Zararlı Maddelerin Boşaltımı
- Sigara ve Alkolün Zararları
- Canlıları Sınıflandıralım: Bitkiler
- Canlıları Sınıflandıralım: Hayvanlar
- Canlıları Sınıflandıralım: Mantarlar ve Mikroskobik Canlılar
- Yaşadığımız Çevre
2.ÜNİTE Madde ve Değişim
- Doğada Su Döngüsü
- Isı ve Sıcaklık
- Isı Maddeleri Etkiler
- Buharlaşma, Yoğunlaşma ve Kaynama
- Maddeleri Ayırt Edelim: Kaynama Noktası
- Maddeleri Ayırt Edelim: Erime ve Donma Noktaları
- Maddeleri Ayırt Edelim: Yoğunluk
3.ÜNİTE Fiziksel Olaylar
- Yakınımızdaki ve Uzağımızdaki Kuvvetler
- Hareket ve Sürtünme
- Işığın Yayılması Engellenebilir mi?
- Sesin Yayıldığı Madde ve Ortamlar
- Geçmişten Günümüze Ses Teknolojileri
- Elektrik Devreleri Her Yerde
- Elektrik Devremi Çiziyorum
4.ÜNİTE Dünya ve Evren
- Dünya, Güneş ve Ay'ı Tanıyalım
- Dünyamız Yerinde Duramıyor
- Söyle Söyle Ay Dede, Bu Değişimlerin Sırrı Ne?
fen ve teknoloji dersi sbs konu anlatımları
VÜCUDUMUZDAKİ SİSTEMLER
SİNDİRİM SİSTEMİ
Sindirim sistemi vücudumuzdaki atıkların dışarı atılmasını sağlayan bir sistemimizdir. Bu sistemde atıklar posaya dönüştürülerek dışarı atılır. Sindirim sisteminde yer alan organlar sırasıyla şunlardır:
1) Ağız
2) Yutak
3) Yemek Borusu
4) Mide
5) İnce Bağırsak
6) Kalın Bağırsak
7) Anüs
Besinlerin çiğneme ile fiziksel sindirime başlar ve karbonhidratların kimyasal sindirimi de tükürük sayesinde gerçekleşir. Sonra besin yutak sayesinde yemek borusuna ulaşır. Yemek borusu besini mideye götürür. Mide gelen besinleri kasılıp gevşeme hareketiyle fiziksel sindirime devam eder ve "mide öz suyu" içerisinde bulunan mide asidi ve enzimler ile de midedeki kimyasal sindirim gerçekleşir. Kimyasal sindirim sonucunda besinler moleküllere ayrılmış olur. Proteinlerin kimyasal sindirimi ise midede başlar. Sonra bu besin molekülleri ince bağırsağa gider. İnce bağırsakta bulunan milyonlarca "villus" (vilüs) bu besin moleküllerini emip kana geçirir. Kana geçen besin molekülleri tüm hücrelere damarlar yardımıyla dağıtılır. İnce bağırsakta proteinlerin ve karbonhidratların kimyasal sindirimi biter. Yağların kimyasal sindirimi ince bağırsakta başlayıp, ince bağırsakta biter. Daha sonra kalan madde kalın bağırsağa geçer. Kalın bağırsakta vitamin, su ve mineraller emilir. Geriye kalan posa ise anüse gelir ve anüsten dışarı atılır.
SİNDİRİM SİSTEMİNE YARDIMCI ORGANLAR
Sindirim sistemine yardımcı olan organlar şunlardır:
1) Karaciğer
2) Pankreas
1) Karaciğer
Karaciğer, "safra" adı verilen bir salgı üretir. Bu salgı büyük yağ damlalarını daha küçük parçalara ayırır ve böylece yağlar daha kolay sindirilir.
2) Pankreas
Pankreas, "pankreas öz suyu" adı verilen bir salgı üretir. Bu salgının içinde protein, karbonhidrat ve yağların sindirilmesini gerçekleştiren enzimler içerir.
BESİNLER NE İŞE YARAR
1) Proteinler: Büyüme, gelişme ve vücuttaki yaraların iyileşmesini sağlar.
2)Karbonhidratlar: Vücudumuza enerji sağlar.
3) Yağlar: Vücudumuzu sıcak tutar ve darbelerden korur ayrıca vücuda karbonhidratlardan alınan enerji yetmediği zaman daha çok enerji verir.
4) Su ve Mineraller: Vücuttaki bütün sinir ve kemiklerin güçlenmesini hızlandırır.
5) Vitaminler: Vücudumuzu hastalıklara karşı korur.
BOŞALTIM SİSTEMİ
VÜCUDUMUZDAKİ SİSTEMLER
SİNDİRİM SİSTEMİ
Sindirim sistemi vücudumuzdaki atıkların dışarı atılmasını sağlayan bir sistemimizdir. Bu sistemde atıklar posaya dönüştürülerek dışarı atılır. Sindirim sisteminde yer alan organlar sırasıyla şunlardır:
1) Ağız
2) Yutak
3) Yemek Borusu
4) Mide
5) İnce Bağırsak
6) Kalın Bağırsak
7) Anüs
Besinlerin çiğneme ile fiziksel sindirime başlar ve karbonhidratların kimyasal sindirimi de tükürük sayesinde gerçekleşir. Sonra besin yutak sayesinde yemek borusuna ulaşır. Yemek borusu besini mideye götürür. Mide gelen besinleri kasılıp gevşeme hareketiyle fiziksel sindirime devam eder ve "mide öz suyu" içerisinde bulunan mide asidi ve enzimler ile de midedeki kimyasal sindirim gerçekleşir. Kimyasal sindirim sonucunda besinler moleküllere ayrılmış olur. Proteinlerin kimyasal sindirimi ise midede başlar. Sonra bu besin molekülleri ince bağırsağa gider. İnce bağırsakta bulunan milyonlarca "villus" (vilüs) bu besin moleküllerini emip kana geçirir. Kana geçen besin molekülleri tüm hücrelere damarlar yardımıyla dağıtılır. İnce bağırsakta proteinlerin ve karbonhidratların kimyasal sindirimi biter. Yağların kimyasal sindirimi ince bağırsakta başlayıp, ince bağırsakta biter. Daha sonra kalan madde kalın bağırsağa geçer. Kalın bağırsakta vitamin, su ve mineraller emilir. Geriye kalan posa ise anüse gelir ve anüsten dışarı atılır.
SİNDİRİM SİSTEMİNE YARDIMCI ORGANLAR
Sindirim sistemine yardımcı olan organlar şunlardır:
1) Karaciğer
2) Pankreas
1) Karaciğer
Karaciğer, "safra" adı verilen bir salgı üretir. Bu salgı büyük yağ damlalarını daha küçük parçalara ayırır ve böylece yağlar daha kolay sindirilir.
2) Pankreas
Pankreas, "pankreas öz suyu" adı verilen bir salgı üretir. Bu salgının içinde protein, karbonhidrat ve yağların sindirilmesini gerçekleştiren enzimler içerir.
BESİNLER NE İŞE YARAR
1) Proteinler: Büyüme, gelişme ve vücuttaki yaraların iyileşmesini sağlar.
2)Karbonhidratlar: Vücudumuza enerji sağlar.
3) Yağlar: Vücudumuzu sıcak tutar ve darbelerden korur ayrıca vücuda karbonhidratlardan alınan enerji yetmediği zaman daha çok enerji verir.
4) Su ve Mineraller: Vücuttaki bütün sinir ve kemiklerin güçlenmesini hızlandırır.
5) Vitaminler: Vücudumuzu hastalıklara karşı korur.
BOŞALTIM SİSTEMİ
Boşaltım sistemi, vücudumuzdaki atık maddeleri dışarı atmak için kullandığımız sistemlerden biridir. Bu sistemde görevli olan organlar sırasıyla şunlardır:
1) Böbrek
2) Üreter (İdrar Kanalı)
3) İdrar Kesesi
4) Üretra
Kirli kan, atardamar yardımıyla böbreklerimize gelir. Böbrekteki milyarlarca "nefron" kanı süzer ve kandaki yararlı maddeleri geri toplrdamarla vücuda iletir. Geri kalan zararlı maddeler üreter (idrar kanalı) yardımıyla idrar kesesine gönderilir. İdrar kesesinde idrar, bir süre bekletilir. Daha sonra idrar üretra yoluyla vücuttan atılır.
ATIK MADDELERİ UZAKLAŞTIRAN ORGANLAR
Boşaltımsistemine yardımcı organlar şunlardır:
1) Karaciğer
2) Akciğer
3) Deri
4) Kalın bağırsak
1) Karaciğer
Proteinler sindirilirken "amonyak" adı verilen çok zehirli bir madde oluşur. Karaciğer bu maddeyi "üre" adı verilen daha az zehirli bir maddeye çevirir. Daha sonra böbrekteki nefronlar bu üreleri süzer.
2) Akciğer
Akciğer, solunum yaparak vücuttaki karbondioksiti dışarı atar ve oksijen alır. Böylelikle akciğer her nefes alışverişimizde vücudumuzu karbondioksitlerden arındırır.
3) Deri
Deri, vücuttaki fazla tuz ve suyu dışarı atar ayrıca bu fazla terleyen bir insanın çok tuz veya su aldığını da gösterir.
4) Kalın Bağırsak
Kalın bağırsak ise vücuttaki yine fazla su, safra ve besin atıklarını vücuttan atmaya yardımcı olur.
İnsanlarda üreme büyüme ve gelişme
İnsanlarda erkek üreme organı sperm üretirken,dişi üreme organı yumurta üretir. Bir yumurta ile bir spermin birleşmesiyle bebek oluşmaya başlar. Erkek üreme hücresi olan sperm,dişi üreme hücresi olan yumurtaya göre daha küçük bir yapıya sahiptir. Spermin yapısı,baş kısmı,orta kısım ve kuyruk olmak üzere 3 kısımdan oluşur. Yumurta sperme göre daha büyüktür. Sperm hareketli iken yumurta hareketsizdir. Spermin hareket etmesini kuyruk kısmı sağlar. Bir yumurta hücresi,hücre zarı,stoplazma ve çekirdekten meydana gelir. Yumurta hücreleri insan vücudundaki en büyük hücrelerdir.
Sperm adı verilen erkek üreme hücreleri testislerde üretilir. Testislerde oluşturularak olgunlaşan spermler,sperm kanalı ile dışarı atılır. Bu salgı bezleri,spermin dışarı atılmasını kolaylaştıran salgıları üretir. Dişi üreme hücreleri olan yumurta hücreleri,dişinin yumurtalıklarında oluşturularak depolanır. Yumurta ve sperm annenin yumurta kanalında buluşarak gelişmeye başlar. Bu buluşmanın olabilmesi için yumurtalıklarda üretilen yumurta hücrelerinin yumurta kanalına girmesi gerekir.
Döl yatağından annenin vücudunun dışına uzanan esnek bir kanal vardır. Döl yolu adı verilen bu kanal sayesinde spermler annenin döl yatağı ve yumurta kanalında ilerleyerek yumurta ile buluşur. Sperm ve yumurtanın buluşması ile döllenme gerçekleşir. Yumurta kanalında birleşerek gelişimine başlayan yumurta ve sperm,embriyoyu meydana getirir. Embriyo daha sonra döl yatağının yumuşak bir yastığa benzeyen duvarlarına tutunarak gelişimini burada devam ettirir. Embriyonun büyüyüp gelişmesi sonucunda bebek meydana gelir. Bebek doğana kadar döl yatağında kalır.
Üreme,bir canlının(organizmanın) canlılığını sürdürmesi için gerekli değildir. Canlı,üreme hücreleri olmadan da yaşamını devam ettirebilir. Üreme olayıyla canlılar sadece nesillerinin devamını sağlar.
İNSAN VÜCUDUNDAKİ KEMİKLER
1) Böbrek
2) Üreter (İdrar Kanalı)
3) İdrar Kesesi
4) Üretra
Kirli kan, atardamar yardımıyla böbreklerimize gelir. Böbrekteki milyarlarca "nefron" kanı süzer ve kandaki yararlı maddeleri geri toplrdamarla vücuda iletir. Geri kalan zararlı maddeler üreter (idrar kanalı) yardımıyla idrar kesesine gönderilir. İdrar kesesinde idrar, bir süre bekletilir. Daha sonra idrar üretra yoluyla vücuttan atılır.
ATIK MADDELERİ UZAKLAŞTIRAN ORGANLAR
Boşaltımsistemine yardımcı organlar şunlardır:
1) Karaciğer
2) Akciğer
3) Deri
4) Kalın bağırsak
1) Karaciğer
Proteinler sindirilirken "amonyak" adı verilen çok zehirli bir madde oluşur. Karaciğer bu maddeyi "üre" adı verilen daha az zehirli bir maddeye çevirir. Daha sonra böbrekteki nefronlar bu üreleri süzer.
2) Akciğer
Akciğer, solunum yaparak vücuttaki karbondioksiti dışarı atar ve oksijen alır. Böylelikle akciğer her nefes alışverişimizde vücudumuzu karbondioksitlerden arındırır.
3) Deri
Deri, vücuttaki fazla tuz ve suyu dışarı atar ayrıca bu fazla terleyen bir insanın çok tuz veya su aldığını da gösterir.
4) Kalın Bağırsak
Kalın bağırsak ise vücuttaki yine fazla su, safra ve besin atıklarını vücuttan atmaya yardımcı olur.
İnsanlarda üreme büyüme ve gelişme
İnsanlarda erkek üreme organı sperm üretirken,dişi üreme organı yumurta üretir. Bir yumurta ile bir spermin birleşmesiyle bebek oluşmaya başlar. Erkek üreme hücresi olan sperm,dişi üreme hücresi olan yumurtaya göre daha küçük bir yapıya sahiptir. Spermin yapısı,baş kısmı,orta kısım ve kuyruk olmak üzere 3 kısımdan oluşur. Yumurta sperme göre daha büyüktür. Sperm hareketli iken yumurta hareketsizdir. Spermin hareket etmesini kuyruk kısmı sağlar. Bir yumurta hücresi,hücre zarı,stoplazma ve çekirdekten meydana gelir. Yumurta hücreleri insan vücudundaki en büyük hücrelerdir.
Sperm adı verilen erkek üreme hücreleri testislerde üretilir. Testislerde oluşturularak olgunlaşan spermler,sperm kanalı ile dışarı atılır. Bu salgı bezleri,spermin dışarı atılmasını kolaylaştıran salgıları üretir. Dişi üreme hücreleri olan yumurta hücreleri,dişinin yumurtalıklarında oluşturularak depolanır. Yumurta ve sperm annenin yumurta kanalında buluşarak gelişmeye başlar. Bu buluşmanın olabilmesi için yumurtalıklarda üretilen yumurta hücrelerinin yumurta kanalına girmesi gerekir.
Döl yatağından annenin vücudunun dışına uzanan esnek bir kanal vardır. Döl yolu adı verilen bu kanal sayesinde spermler annenin döl yatağı ve yumurta kanalında ilerleyerek yumurta ile buluşur. Sperm ve yumurtanın buluşması ile döllenme gerçekleşir. Yumurta kanalında birleşerek gelişimine başlayan yumurta ve sperm,embriyoyu meydana getirir. Embriyo daha sonra döl yatağının yumuşak bir yastığa benzeyen duvarlarına tutunarak gelişimini burada devam ettirir. Embriyonun büyüyüp gelişmesi sonucunda bebek meydana gelir. Bebek doğana kadar döl yatağında kalır.
Üreme,bir canlının(organizmanın) canlılığını sürdürmesi için gerekli değildir. Canlı,üreme hücreleri olmadan da yaşamını devam ettirebilir. Üreme olayıyla canlılar sadece nesillerinin devamını sağlar.
İNSAN VÜCUDUNDAKİ KEMİKLER
ELEMENTLERİN SINIFLANDIRILMASI
METALLER VE ÖZELLİKLERİ
Doğada bilinen elementlerin çoğu metaldir.Metallerin kendilerine özgü ortak özellikleri şunlardır:
- Metaller normal koşullarda katı halde bulunur. Yalnız cıva sıvıdır.
- Bütün metaller parlaktır(Metalik parlaklık). Işığı yansıtır.
- Metaller sert ve yumuşak olabilir. Sert olan metal yumuşak olanı çizer.
- Metaller, tel, levha ve toz haline gelebilir. Metaller esnektir; eğilip bükülebilir.
- Elektrik ve ısıyı iletir.
- Soy metaller (aıtın, platin gibi) dışında diğer metaller havada paslanır.
- Metaller birbirleriyle bileşik yapmaz.Ancak birbiri içinde eritilerek karıştırılır ve alaşımı oluşturur.
- İki veya daha çok metal birbiriyle molekül oluşturmaz.
- Moleküllerin öz kütleleri büyük, erime noktaları yüksektir. Örneğin, demir 1500 0C'de erir.Öz kütlesi 7,8 g/cm3'tür.
- Metaller, daima elektron vererek (+) yüklü iyon olmak ister.
- Metallerin çoğuna (Na, Mg, Fe, Zn gibi) asitler etki eder. Bunun sonucunda, tuz oluşur ve hidrojen gazı açığa çıkar.
Metaller, kendi aralarında da sınflandırılır:
Soy metaller (altın, gümüş,platin gibi), Soy olmayan metaller (demir, çinko, aliminyum gibi).
Yarı metaller, iyi metal özelliği göstermez. Bu elementler hem metal, hem de ametal özelliği gösterir. Silisyum, bor, antimun, arsenik gibi elementler yarı metaldir.
Soy metaller (altın, gümüş,platin gibi), Soy olmayan metaller (demir, çinko, aliminyum gibi).
Yarı metaller, iyi metal özelliği göstermez. Bu elementler hem metal, hem de ametal özelliği gösterir. Silisyum, bor, antimun, arsenik gibi elementler yarı metaldir.
AMETALLER VE ÖZELLİKLERİ
Hidrojen, oksijen, azot, kükürt, klor, brom, iyot, elmas, grafit vb. elementler ametaldir.
Ametallerin kendilerine özgü özellikleri şunlardır:
- Normal koşullarda katı (karbon, kükürt gibi), sıvı (brom gibi) ve gaz (hidrojen, oksijen, klor gibi) halinde bulunurlar.
- Parlak değillerdir. Renkli veya renksiz olurlar. Işığı kırar veya geçirirler.
- Isıyı ve elektriği iyi iletmezler. Çoğu yalıtkandır.
- Esnek değillerdir. Tel ve levha haline gelmezler.
- Erime noktaları düşük, öz kütleleri küçüktür.
- Doğada genel olarak molekül halinde bulunurlar.(H2, O2, N2, Cl2 gibi).
- Ametaller, metallerle etkileşerek iyon bileşikleri oluşturur.(NaCl, FeS gibi)
- Ametaller, kimyasal olaylarda genel olarak elektron alarak (-) yüklü iyon olur. Bazı hallerde eloktron da verebilir.
- Ametaller, ametallerle elektron ortaklığı kurar.
SOYGAZLAR VE ÖZELLİKLERİ
Helyum (He), neon (Ne), argon (Ar), kripton (Kr), ksenon (Xe) ve radon (Rn) başlıca asal gazlardır. Helyum dışındaki diğer asal gazlar havanın bileşiminde bulunur.Helyum bazı radyoaktif maddelerin bozunma ürünü olarak da elde edilir. Asal gazların başlıca özellikleri şunlardır:
- Doğada element halinde bulunur.
- Normal koşullarda gaz halinde bulunur.
- Metallerle, ametallerle ve birbirleriyle bileşik oluşturmaz.
- Kararlı bir yapıya sahiptir.
Asal gaz atomlarının en dış enerji düzeyleri elektronla tam doludur. Bu durum asal gazlara kararlılık ve dayanıklılık verir. Helyum dışındaki diğer asal gazların dış enerji düzeylerinde 8 elektron bulunur. En dış enerji düzeyinde 8'den fazla elektron bulunamaz. Onun için başka atomlardan elektron alamaz. Bu 8 eloktron oynak (serbest) olmadığından elektron da veremez. Onun için iyonlaşmaz. Bu sebepten asal gazlar kararlı yapıya sahiptir. Helyumun ilk enerji düzeyinde 2 elektronu vardır. Bu düzey aynı zamanda en dış enerji düzeyidir. Ne elektron alır, ne de verir.
Kimyasal olaylarda atomlar, dış enerji düzeylerini 8'e tamamlamak ister. Bunun için de en dış enerji düzeylerini 8'e tamamlayacak sayıda ya elektron alırlar ya da elektron verirler. (Oktet Kuralı). Bazı atomlar da elektronlarını ortak olarak kullanır.
ELEMENTLERİN SEMBOLLERİ VE SİMGELERİ
1 H Hidrojen
2 He Helyum
3 Li Lityum
4 Be Berilyum
5 B Bor
6 C Karbon
7 N Azot
8 O Oksijen
9 F Flor
10 Ne Neon
11 Na Sodyum
12 Mg Magnezyum
13 Al Aluminyum
14 Si Silisyum
15 P Fosfor
16 S Kükürt
17 Cl Klor
18 Ar Argon
19 K Potasyum
20 Ca Kalsiyum
ELEMENTLERİN SEMBOLLERİ VE SİMGELERİ
1 H Hidrojen
2 He Helyum
3 Li Lityum
4 Be Berilyum
5 B Bor
6 C Karbon
7 N Azot
8 O Oksijen
9 F Flor
10 Ne Neon
11 Na Sodyum
12 Mg Magnezyum
13 Al Aluminyum
14 Si Silisyum
15 P Fosfor
16 S Kükürt
17 Cl Klor
18 Ar Argon
19 K Potasyum
20 Ca Kalsiyum
ASİT, BAZ VE TUZLARIN İLETKENLİĞİNİN İNCELENMESİ DENEYİ
DENEYİN AMACI: Asit, baz tuz ve suyun elektriği iletip iletmediğini görmek.
HAZIRLIK SORULARI: 1-Yemeklik tuz ve bazı katı maddeler katı haldeyken elektriği iletmediği halde sulu çözeltileri elektriği iletmektedir. Nedenlerini tartışınız. 2-Saf su elektriği iletir mi? Nedenlerini araştırınız. 1-beherglas / 4 adet 5-yemek tuzu (NaCI) 9-duy 2-saf su 6-pil veya güç kaynağı 10-elektrot / 2 adet 3-seyreltik HCI asit 7-bağlantı kabloları 11-pil yatağı 4-seyreltik NaOH çöz 8-lamba 1,5 volt 12-anahtar DENEY DÜZENEĞİ: DENEYİN YAPILIŞI: 1-Dört beherglası yarıya kadar su doldurunuz. 2-Eğer güç kaynağınız yoksa pili pil yatağına yerleştiriniz. 3-İletken kablolar, elektrotlar, pil ve anahtardan oluşan devreyi yukarıdaki deney şekil düzeneğindeki gibi ayarlayınız. 4-Elektrotları önce saf suya daldırınız. Sonucu gözlemleyiniz. 5-Asit, baz ve tuz çözeltilerini ayrı ayrı olmak üzere üç beherglas içindeki suya dökünüz. Böylece seyreltik çözeltilerinizi hazırlamış olacaksınız. 6-Beherglasların üzerine hangi çözeltinin olduğunu yazınız. 7-Hazırladığınız devrenin elektrotlarını sırayla asit çözeltisine, sonra baz çözeltisine ve tuz çözeltisine batırınız. Her çözeltiye elektrotları batırırken anahtarı kapatınız. Bu esnada ampullerin yanıp yanmadığını gözleyiniz. DENEYİN SONUCU: Asit, baz ve tuz çözeltileri elektrik akımını iletir. Asit çözeltisi iyonlarına ayrılmıştır : HCI ® H+ + CI - Baz çözeltisi iyonlarına ayrılmıştır : NaOH ® Na+ + OH - Tuz çözeltisi iyonlarına ayrılmıştır : NaCI ® Na+ + CI - TEORİK BİLGİ: Çözeltilerde iyonlarına ayrılan maddeler elektrik akımını iletirler.Asit, baz ve tuz çözeltilerinin ortak özelliklerinden biriside elektrik akımını iletmeleridir. Saf su iyonlarına ayrılamadığı için elektrik akımını iletmez. |
ELEKTRİK DEVRELERİ
Elektrik yüklerinin üretecin bir kutbundan çıkarak diğer kutba gitmesi için oluşturulan düzeneğe elektrik devresi denir.
a) Bir Elektrik Devresinde Devre Elemanları
İletken teller , üreteç , lamba , direnç , reosta , anahtar ,ampermetre , voltmetre , elektrik tüketiciler , sigorta , transformatör , kondansatörler , diod , transistör , devre elemanlarından bazılarıdır.
Üreteç : Elektrik devresinde potansiyel farkı oluşturarak yük geçişini sağlayan elemanlardır.
Anahtar : İstenildiğinde akım geçişini sağlayan veya kesen elemanlardır.
Direnç : Elektrik devresinde akımın geçişine karşı koyan elemanlardır.
Reosta : Elektrik akımının şiddetini değiştirmek için kullanılır.
Elektrik Tüketiciler ( Almaç ) : Elektrik enerjisini değişik enerjilere dönüştürür.
Ampermetre: Akım şiddetini ölçer. Devreye seri bağlanır.
Voltmetre: Potansiyel Farkını ölçer devreye paralel bağlanır.
FOSİLLER
Jeolojik devirlerde yaşamış canlıların tortul kayaçlar içinde taşlaşmış kalıntılarına fosil denir. Fosilleri, paleontoloji adlı bilim dalı inceler.
Fosilin oluşması için, canlının ölümünden sonra su ve hava ile temas etmemesi gerekir. Bu durumda canlı çürüyerek yok olur. Yanardağ külleri, kömürler, buzullar, tortul kayaçlar içinde kalan canlıların hava, suyla teması kesilir. Canlı fosilleşir.
Fosillerin Yararları
* Tortul kayaçların hangi zamanda oluştuğu hakkında bilgi verir.
* Fosiller, bulunduğu bölgenin geçmişteki, coğrafi durumu, iklimi ve bitki örtüsü hakkında bilgi verir.
* Bugün yaşamayan, soyları tükenmiş bitki ve hayvanlar hakkında bilgi verir.
* Canlıların evrimi hakkında bilgi verir
GÜNEŞ SİSTEMİ VE UZAY
Güneş Sisteminin Genel Özellikleri
1. Güneş sisteminde Dünya'nın dışında 8 tane daha gezegen vardır.
2. Gezegenler Güneş'e farklı uzaklıkta, elips şeklindeki yörüngelerinde, aynı yönde dönerler.
3. Güneş, elips şeklindeki yörüngelerin, odaklarından birinde yer alır.
4. Gezegenler Güneş etrafında döndükleri gibi, kendi eksenleri etrafında da dönerler.
A. DÜNYA'NIN ŞEKLİ ve SONUÇLARI
Dünya kutuplardan basık Ekvator'dan şişkin kendine has bir şekle sahiptir.
Dünya'nın şeklinin sonuçlan
1. Kutuplar yerin merkezine, Ekvator'a göre daha yakındır. Bunun sonucu olarak kutuplarda yer çekimi fazladır. Dünya tam küresel olsaydı çekim her tarafta aynı olurdu.
2. Ekvator yarı çapı herhangi bir meridyenin yarı çapından büyüktür.
3. Güneş ışınlarının gelme açısını etkiler. Güneş ışınları Ekvator'dan kutuplara doğru, her enleme 1° eğik açıyla gelir.
4. Sıcaklık dağılışını etkiler.
5. Aydınlanma çizgisi daire biçimindedir. Bundan dolayı Dünya'nın bir yarısı gece bir yarısı gündüzdür.
6. Ay tutulması esnasında Dünya'nın gölgesi Ay yüzeyine daire şeklinde düşer.
7. Meridyenlerin boyları birbirine eşitken, paralellerin boyları ekvatordan kutuplara doğru küçülür.
B. DÜNYA'NIN HAREKETLERİ
B. DÜNYA'NIN HAREKETLERİ
Dünya'nın Güneş sisteminde iki önemli hareketi vardır.
1. Kendi ekseni etrafındaki hareketi (Günlük)
2. Güneş etrafındaki hareketi (Yıllık)
Dünya'nın Kendi Ekseni Etrafındaki Hareketi
Kuzey ve güney kutuplarını Dünya'nın merkezinden geçerek birleştiren hayali çizgiye Dünya'nın ekseni denir.
• Dünya kendi ekseni etrafındaki dönüşünü, batıdan doğuya doğru 24 saatte tamamlar.
• Dünya kendi ekseni etrafında atmosferi ile döndüğünden, bu dönüş hissedilmez.
Dünya'nın kendi ekseni etrafındaki dönüşünün sonuçları ve etkileri;
1. Gece - gündüz birbirini izler.
2. Güneş ışınlarının geliş açıları değişir. (Güneş ışınları sabah ve akşam eğik açıyla, öğle vakti dik açıyla gelir.)
3. Günlük sıcaklık farkları oluşur.
4. Cisimlerin gün içindeki gölge uzunlukları değişir.
• Dünya Güneş çevresindeki dönüşünü, elips şeklindeki yörüngesi üzerinde, 365 gün 6 saatte tamamlar.
• Dünya'nın yörüngesi üzerindeki hızı saniyede 30 km dir.
• Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığı sabit değildir. Bazen yaklaşırken bazen uzaklaşır. Bunun sebebi Dünya yörüngesinin elips şeklinde olmasıdır.
• Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığının artması ya da azalması, Dünya üzerinde sıcaklık dağılışını etkilemez. Sıcaklık dağılışını etkileyen temel faktör Güneş ışınlarının geliş açısıdır.
C. DÜNYA'NIN EKSEN EĞİKLİĞİ
Dünya'mız kutup noktalarından geçen bir eksen etrafında döner. Dünya'nın dönme ekseni ile destek ekseni arasında 23,5° lik bir açı vardır.
Dünya ekseninin 23,5° eğik oluşunun sonuçları şunlardır:
1. Mevsimlerin oluşmasına sebep olur.
2. 21 Aralıkta Güney Yarımkürenin, 21 Haziranda ise Kuzey Yarımküre'nin Güneş'e daha dönük olmasına sebep olur.
3. Gece ile gündüz arasındaki farkın ekvatordan kutuplara doğru gittikçe artmasına sebep olur.
Mevsimler ve Gece - Gündüz Süreleri
Türkiye'nin de yer aldığı kuzey yarım kürede, sonbahar 23 Eylülde başlar, 21 Aralıkta biter. Kış 21 Aralıkta başlar ve 21 Marta kadar sürer, ilkbahar 21 Martta başlar, 21 Hazirana kadar devam eder. Yaz ise 21 Haziranda başlar ve 23 Eylülde biter.
21 Mart ve 23 Eylülde güneş ışınları ekvator düzlemine paralel olarak gelir. Bu sebeple yeryüzünün her tarafında gece ve gündüz süreleri eşit olur.
21 Haziranda güneş ışınları ile ekvator düzlemi arasında 23.5° lik bir açı vardır. Bu sebeple 21 Haziranda kuzey yarım kürenin 66,5° enleminden, kuzey kutup noktasına kadar olan bölgesi 24 saat aydınlık olur. Yani bu bölgede gündüz 24 saat sürer.
21 Haziranda güney yarım kürenin 66,5° enleminden, güney kutup noktasına kadar olan bölgesinde ise, gece süresi 24 saat olur.
21 Aralıkta güneş ışınları ile ekvator düzlemi arasındaki açı 23,5° olur. Bu sebeple 66,5° enleminden güney kutup noktasına kadar olan bölge 24 saat aydınlık olur. Yani bu bölgede gündüz 24 saat sürer.
AY
AY
Dünyanın tek uydusu ve ona en yakın gök cismidir. Ay’ın Dünya'ya olan ortalama uzaklığı 384.000 km dir. Çapı ortalama olarak 3.500 km olan Ay, bu büyüklüğü ile dünyanın 50 de biri kadardır.
Ay'da atmosfer yoktur. Hava ve su bulunmadığı için meteorolojik olay görülmez.
Dünya, Güneş'in çevresinde hareket ederken Ay da Dünya'nın çevresinde hareket eder. Dünya'nın Güneş'in çevresinde ve Ay'ın Dünya'nın çevresinde hareketi sırasında izledikleri yörüngeler elips şeklindedir.
1. Ay'ın Hareketleri
• Kendi ekseni etrafındaki hareketini 29.5 günde tamamlar.
• Dünyanın etrafındaki hareketini 29.5 günde tamamlar.
• Dünya ile birlikte, Güneş etrafındaki hareketini 365 günde tamamlar.
• Ay'ın kendi ekseni etrafındaki hareket süresi, dünya çevresindeki hareket süresine eşit olduğu için yeryüzünden, Ay'ın daima aynı yüzü görülür.
• Yeryüzünde güneş günü 24 saat olurken, ay günü 24 saat 50 dakika olarak gerçekleşir. 50 dakikalık farktan dolayı: Gel-git (Med-Cezir) olayı her gün kıyılarda bir önceki güne göre 50 dakikalık gecikmeyle ortaya çıkar.
2. Ay'ın Evreleri
Ay Güneş'ten aldığı ışınları yansıttığından ve Dünya'nın etrafındaki hareketinden dolayı farklı şekillerde görülmektedir. Ay'ın değişik şekillerde görülmesine Ay'ın evreleri denir.
I. Ay, Güneş ile Dünya arasına girdiğinde, Ay'ın karanlık yüzü Dünya tarafında olur. Bu durumda Ay'ı göremeyiz. Ay'ın bu evresine yeni ay denir.
II. Yeni Ay evresinden yaklaşık bir hafta sonra, Ay'ın Dünya'ya bakan yüzünün yarısı görülür. Bu evreye ilk dördün denir.
III. İlk dördün evresinden yaklaşık bir hafta sonra, Ay'ın Dünya'ya dönük yüzünün tamamı görülür. Bu evreye dolunay adı verilir.
IV. Dolun Ay evresinden yaklaşık bir hafta sonra, Ay'ın Dünya'ya dönük yüzünün yarısı görülür. Bu evreye son dördün denir.
Son dördün evresinden yaklaşık bir hafta sonra Ay tekrar yeni ay evresine geçerek düzenli olarak Ay'ın evreleri oluşmaya devam
Yeni ay ile ilk dördün arasında Ay, Türk Bayrağı'ndaki hilalin farklı şekilleri olarak görülür. Yani ince bir hilâl şeklinden, yarım daire şekline doğru değişmeler gözlenir. Benzeri görünüm, son dördün ile yeni ay evreleri arasında da gözlenir.
3. Ay Tutulması
Dünya, Güneş ile Ay arasına girerek, Ay'ın bütününü veya bir bölümünü gölgelerse ay tutulması meydana gelir.
4. Güneş Tutulması
Ay, Dünya ile Güneş arasına girdiğinde Dünya'nın bazı yerleri güneş ışığı alamaz. Bu duruma Güneş tutulması denir.
GÜNEŞ'İN YAPISI ve DÜNYA'YA ETKİSİ
Güneş yaklaşık olarak küre biçiminde ve Dünya'mızdan çok büyük olan ısı ve ışık kaynağıdır. Güneş Dünya'mızdan çok uzakta olduğu için küçük görülür.
Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 100 katına ve Ay'ın çapının 400 katına eşittir.
Günlük hayatta yön tayini yapılırken, Güneş'in doğduğu yön doğu ve battığı yön batı olarak kabul edilir.
Güneş'in sıcaklığı çok fazladır. Bu nedenle Güneş'in yapısında bulunan maddeler gaz halindedir. Bu gazların dörtte üçünden biraz azını hidrojen dörtte birinden biraz azını helyum; diğer kısmını da çeşitli gazlar oluşturur.
Güneş'in yapısındaki hidrojen atomlarının helyuma dönüşmesi sırasında, enerji açığa çıkar. Buna güneşenerjisi denir.
GÜNEŞ SİSTEMİNDEKİ GEZEGENLER
Güneş etrafında dönen büyük gök cisimlerine gezegen denir.
Gezegenler Güneş'in çevresinde elips şeklindeki yörüngeler üzerinde dönerler.
1. Merkür 6. Satürn
2. Venüs 7. Uranüs
3. Dünya 8. Neptün
4. Mars 9. Plüton
5. Jüpiter
Asteroitler: Asteroit kelimesi; yıldıza benzeyen anlamına gelir. Fakat asteoritler yapı olarak gezegenlere benzerler. Asteroitler, Güneşin etrafında Mars ve Jüpiter arasındaki yörüngeleri üzerinde hareket ederler.
Kuyruklu Yıldızlar : Kuyruklu yıldızlar gerçekte değildir. Güneş'ten aldıkları ışığı yansıtırlar. Kuyruklu yıldızlar Güneş'e uzak olan kısımları, gaz bulutundan oluşmuş birer kuyruk şeklindedir. Kuyruğun uzunluğu ve şekli zamanla değişir.
Kuyruklu yıldızlar 3 ana bölümde oluşur.
1. Çekirdek 2. Baş 3. Kuyruk
Meteorlar, Güneş sistemindeki gezegenlerin aralarındaki boşlukta bulunur. Işık yaymazlar.
Bunlardan bazıları, Dünya'ya yakın bir yerden geçerken, çekim etkisiyle Dünya'nın atmosferine girerler.
Atmosfere büyük bir hızla giren meteor, sürtünme sonucu ısınır ve akkor duruma gelerek ısı ve ışık verirler. Atmosferden çıkınca soğuyan meteor dünyadan uzaklaşarak gözden kaybolur.
Dünya atmosferine giren bir meteor, yüksek sıcaklık sebebiyle yanarak parçalanabilir. Yanmayan kısmı ve külleri yeryüzüne düşebilir. Yeryüzüne düşen meteor veya parçalarına göktaşı adı verilir.
YILDIZLAR
Güneş, Güneş sisteminin merkezinde bulunan, orta büyüklükte ve Dünya'mıza en yakın olan yıldızdır.
Güneş gibi, kendiliğinden ısı ve ışık veren gök cisimlerine yıldız adı verilir. Yıldızlardan bazıları Güneş'ten büyüktürler. Örneğin; Epsilon, Vega ve Anteras gibi yıldızlar.
Güneş Dünya'mıza yakın olduğundan en parlak büyük görünür. Yıldızlar dünyamızdan uzak olduğundan küçük görünürler.
Yıldız kümesine galaksi denir. Yıldızlar tek ve çift kümeler biçiminde bulunurlar.
Hemen bütün yıldızlarda en bol element hidrojen daha sonra helyum olur.
Çok sayıda yıldızlardan ve Güneş'ten oluşan galaksiye Samanyolu denir. Yer küremizle birlikte Güneş Sistemi Samanyolu Galaksisinin içinde bulunur.
Yıldızlarla Gezegenler Arasındaki Farklar
1. Yıldızlar kendiliğinden ısı ve ışık yayan gök cisimleridir. Gezegenler ise kendiliğinden ısı ve ışık yaymazlar. Ancak yıldızlardan gelen ışığı yansıtırlar.
2. Yıldızlar birbirlerine göre konum değiştirmezler. Gezegenler ise birbirlerine göre konum değiştirirler.
3. Yıldızların sıcaklığı çok yüksektir. Gezegenler ise, soğuyarak katılaşmışlardır.
4. Yıldızların ışığı titreşir. Gezegenlerin titreşmez.
5. Yıldızlar nokta görünümündedirler. Gezegenler ise yüzeysel bir tabaka şeklindedirler.
EKOSİSTEMLER
Ekoloji, bugün çok sayıda bilim dalının çekirdeğini oluşturmaktadır. Çevre şartları içinde tek bir canlının incelenmesine “otekoloji”, farklı canlı türlerinin oluşturduğu toplulukların incelenmesine “sinekoloji ” denmektedir.
1935 yılından itibaren, bir bölgede bulunan bütün canlılar ve bunların cansız çevrelerini ifade etmek için “Ekosistem” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Çevre ve sistem kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulan ekosistem kelimesinin açık bir ifadesi olarak yer küreden bahsetmek gerekir. Gerçekte yer küre en büyük bir ekosistemi oluşturmaktadır. Ekosistem içinde daha küçük boyutlu ekosistemlerde bulunmaktadır. Orman, dağ, ova, çayır, hububat, doğal hayvanların her biri ayrı ayrı ekosistemi oluşturmaktadır.
Ekosistemi oluşturan öğeler, başlıca dört gurupta toplanır.
1-Cansız varlıklar. (inorganik ve organik maddeler)
2-Primer üreticiler. (yeşil bitkiler)
3-Tüketiciler (bitkisel ve hayvansal maddeleri yiyenler)
4-Ayrıştıcılar (bakteri ve mantarlar)
Ekosistem içindeki doğal dengeye “ekosistem dengesi” denir. Doğal denge bozulduğunda, ekosistem dengesi bozulur ve ekolojik sorunlar ortaya çıkar. Mevcut ekosistemin bozulup ortadan kalkması ve daha sonra bozulan bu ekosistemin yerine yeni bir ekosistemin olması olayına sükseyon (yerine alma) denir. Yer küre içinde en fazla ekosistem dengesini bozan en etkili canlı, şüpesiz ki insandır. İnsan nüfusu ve faaliyetleri arttıkça ekosistem dengesi bozulmaktadır. İnsanlar dışında bitkiler veya hayvanlarda ekosistem dengesini bozabilirler. Tarım bölgesinde kuş türlerinin aşırı çoğalması, hububat üretimini olumsuz etkiler. Yine kuş türlerinin aşırı oranda azalması da, kuşlarla beslenen zararlı böceklerin çoğalmasına yol açar. Ancak, tüm bu gelişmelerde insanın katkısı çok büyüktür. Gerçekte insanın olmadığı doğal bir ortamda, ekosistem dengesi pek fazla bozulmaz.
Hücrenin, organizmaların temel öğesi olmak gibi, ekosistemlerde doğal ortamın birimlerini oluşturur. Her ekosistem, biyosenoz adı verilen bir canlılar topluluğundan oluşur; bunlar, çevrenin ve bu çevrede hüküm süren koşulların nispi homojenliğiyle belirgin, biyotop adı verilen bir alanda yaşar. Bir biyosenoz içinde üç büyük kategori
söz konusudur. Önce besin zincirinin temelini oluşturan birincil üreticiler (klorofilli yeşil bitkiler); sonra birinci basamaktan (otçul hayvanlar), ve ikinci basamaktan tüketiciler (etçil hayvanlar),ve nihayet minareleştiriciler (bakteriler, mantarlar) Ekosistemin çalışması bir madde ve besin zincirleri (beslenme zincirleri de denir.) arasından, sürekli enerji akışıyla kendini belli eder.
Ekosistemler bir çok düzeye göre ele alınabilir. Biyomlar büyük biyocografi bölgelere (tropikal orman, tudra, savan vb) tekabül eder. Bir alt düzeyde, ekosistemler manzaranın bir takım parsellerinin (bir buğday tarlası, bir ormanlık kesim vb) temsil eder. Daha da alt bir düzeyde, mikroekosistemler (bir kıyı kayalığı, bir kara yosun topluluğu vb.) gelir.
Ekolojinin temel ve aynı zamanda tanımlanması en zor kavramlarından biri, bir türün ekolojik ortamı kavramıdır; bu, söz konusu olan türün fizyolojik ihtiyaçlarına, yaşam biçimine ve uyum sağlama niteliklerin bağlı çeşitli parametrelerle belirlenir. Böylece ekolojik ortam, basit bir barınak kavramının ötesinde, türün ekosistemdeki rolünü yerini belirler.
EKOSİSTEMLER NEDEN DEĞİŞİYOR VE BOZULUYOR?
Ekosistemin oluşturan canlı ve cansız varlıklar arasında karşılıklı ilişki vardır. Dolayısıyla ekosistemdeki her öğe canlıların yaşamları, çoğalmaları, göçleri ya da ölümleri üzerinde etkili olur. Yaşam için gerekli olana temel öğeler toprak, hava, su ve ışıktır. Temel öğeler bir yandan ekosistemde yaşamın sürekliliğini sağlarken diğer yandan ekosistemlere büyük zararlar veren afetlere de yol açabilirler. Örneğin; depremler, yanardağ patlamaları, seller, kuraklık, kasırgalar, ve fırtınalar temel öğelerden kaynaklanan belli başlı doğal afetlerdir.
EKOSİSTEMİN DOĞAL ÖZELLİKLERİ
Ekosistemler, kara ekosistemleri ve su ekosistemi olarak iki grupta incelenir. Ormanlar, çayırlar ve çöllerin her biri bir ekosisteme örnektir. Bu ekosistemde en önemli etkendir. (Toprak, hava,nem,ışık ve sudur.) su ekosistemi okyanus, deniz, göl,nehir, ırmak ve sulak alanları kapsar. Su ekosisteminde en önemli etkenler sıcaklık, oksijen, mineraller ve ışıktır.
Kara ve su ortamlardaki ışık, sıcaklık, nem,tuzluluk vb. koşullar mevsimlere göre değişebilir. Güneş ışığının geliş açısının mevsimlere göre değişmesi ortamın azalması kara ve sularla buharlaşmayı artırır. Karalardaki nem oranı düşürebilir. Su ortamında buharlaşan ise tuzluluk oranının yükselmesine neden olabilir.
Mevsimlere bağlı değişiklikler ekosistemlerde yen alan canlıların yaşamsal düzenini de ekiler. Örneğin; kasım patı ve patates gibi bitkiler ilkbahar ve yaz mevsimlerinde ve sonbahar aylarında açar.
KARA EKOSİSTEMİ
Kara ekosistemlerinin bitki örtüsü, büyük iklim kuşaklarına göre, yerkürenin biyom olarak adlandırılan bitki oluşumlarıysa enlemlere göre dağılır. Mesela Kuzey yarıkürede buzul bölgesini tundra izleri; güneye gidildikçe tayga ve daha sonrada tropikal ormanlar gelir. Bu kuşakların dışında, farklı yüksekliklerde farklı kuşakları barındırır. Yükseldikçe, sınırları bölgelere göre değişiklik gösteren bitki örtüsü katları birbirini izler.
İnsanlar yeryüzünün doğal bitki örtüsünü büyük ölçüde etkiler. İnsan etkinlikleri tarımsal alanların oluşmasına katkıda bulunur. Tarım ve hayvancılık yapılan bölgeler, tarım ekosistemleri olarak adlandırılan basitleştirilmiş ve biyolojik çeşitliliği azaltılmış ekosistemlere dönüşmüştür. Bu ekosistemlerin çalışması bütünüyle dışardan enerji veya malzeme katkısına (toprağın işlenmesi gübre ve pestisitler gibi) bağlıdır.
Kara ekosistemlerinin çalışması büyük ölçüde iklim tarafından yönlendirilir; Zaten iklim bitki örtüsünün yaşam süresini de belirler.Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe birincil ve ikinci üretkenlik düzeylerinde ciddi bir düşüş gözlenir. Tundralarda hüküm süren sert iklim koşulları, toprağın çok uzun süre (9-10 ayı) su dolaşımını engelleyecek biçimde donmasıyla kendini gösterir. Buradaki bitkisel oluşumlar (bodur bitkiler, ağaç yokluğu) donar ve rüzgara uyum sağlamıştır ve bölgenin faunası fakirdir.
Buna karşılık, tropikal kuşaktaki ormanlar yıl boyunca fazla değişmeyen, çok uygun iklim koşullarından yararlanır. Biyolojik etkinliğin aralıksız sürmesi sayesinde bu kuşakta birinci üretkenlik en üst düzeydedir ve minarelerin yeniden çevrime girme hızı çok yüksektir. Bitki oluşumlarının ve hayvanların inanılmaz çeşitliliği, bu ortamlarda karmaşık zincirlerinin gelişmesini sağlar. Öte yandan göl ve gölet kıyıları, turbalıklar gibi kıtalar içlerindeki nemli bölgeler, insanın baskısı sonucu, önemini kaybetmiştir. Oysa gerçekte bu yöreler,biyolojik çeşitliliği yüksek, çok sayıda türün varlığını sürdürmesi açısından birincil öneme sahip bölgelerdir.
DENİZ EKOSİSTEMİ
OŞİNOGRAFLAR BU ORTAMI FARKLI EKOLOJİK ÖZELLİKLERİNE
GÖRE “ALANLARA” VE “BÖLGELERE” AYIRARAK İNCELENMEYİ
TERCİH EDERLER.
Ekolojik şartları büyük bir çeşitlilik gösteren deniz ortamı homojen bir bütün olarak ele almak, bilimsel açıdan çok kısıtlı bir bakış açısına neden olur. öncelikle iki büyük okyanus alanı ayırt edilmektedir.bütünüyle denizleri oluşturan “su kütlesi” ve kıyılardan derin abis çukurlarına kadar dipleri kapsayan “dip alanı” ;Dip alanı derinliğine göre üçe ayrılır.
-0-200 metreler arasında uzanan ve okyanusların tabanının yüzde 7,6 sını oluşturan kıta sahanlığı;
-200 metreden 2000 metreye kadar uzanan dipteki ani eğim bölgesinden meydana gelen ve tabanın yüzde 8,1 ni oluşturan kıta şevi; ve nihayet okyanusların tabanının yüzde 84,3 ünü meydana getiren abisler. (2000-6000 metre) ve çukurlar (6000 metreden
bilinen en derin yer olan mariana çukurunda 11.000 metreye kadar) Gelgite maruz kalan ve hatta dalga serpintisiyle ıslanan kıyı şeritleri de okyanus alanına dahil edilmektedir. Gerçekten de bu bölgelerde yaşayan organizmalar, gerek gelgitler sırasında birbirini ardınca su altında ve su üstünde kalarak, gerek ortamın yüksek tuzluluğu sebebiyle, okyanus etkilerine maruz kalmaktadır.
Okyanusları ve denizleri oluşturan su kütlesi ikiye ayrılan kıta sahanlığını örten yüzey suları ve 200 metrenin altında kalan dip suları bu düzeylerde su kütlesi, güneş ışınlarının nüfuz etmesi derecesine ve mevsimlik sıcaklık değişimlerine bağlı olarak düşey bir ekolojik katmanlaşma gösterir. Işığın ulaştığı epipelojik bölge, ışık miktarının, bitkilerin fotosentez yapabilmesi için yeterli olduğu 0 ila 50-100 metrelik yüzey sularına tekabül eder. Söz konusu bu bölgenin altında dip bitkileri ve fitoplankton yaşayamaz; yanlızca etçiler veya çürükçül beslenen hayvan türleri canlı kalabilir.
Okyanus ekosisteminin alt bölümlere ayrılması, karşılaşılan ekolojik şartların çeşitliliğiyle ilişkilidir; organizmaların uyum mekanizması ve üretkenliği bir bölgeden diğerine belirgin farklılıklar gösterir.
Deniz Canlıları; Yüzeyle dip alanı arasında ve hatta jeolojik taban yapısı içinde yaşam, deniz ekosisteminin üç boyutuna da dağılmış durumdadır. Deniz ortamının ekolojik şartlarının çeşitliliği, yaşam şekillerinde ve tarzlarında da büyük değişikliğe neden olmaktadır. Okyanusun büyük bölgeleriyle bağlantılı olarak üç çeşit canlı gurubu ayırt edilir; su kütlesinde yaşan plankton ve nekton ile diğerlerde yaşayan bentos toplulukları.
PLANKTON ; Yüzeyde veya su kütlesinde asıllı duran, kısıtlı hareket yeteneğiyle su akımlarına karşı koyamayan ve bazıları bu nedenle düşey göçlere maruz kalan organizmalar topluluğudur.
NEKTON; Açık denizde yaşayabilen ve deniz akıntıları içinde hareket edebilen canlılardan oluşur; açık denizde yaşayan balık türlerinin çoğunu, kafadanbacakları ve deniz memelilerini kapsar.
BENTOS; Dibe bağlı olarak yaşayan hayvanlar ve bitkiler (bağlı bentos) ile dipte veya dibe yakın bölgelerde hafifçe hareket eden bazı hayvan türlerinden (gezgin bentos)
meydana gelir. Bağlı bentos bir çok suyosunu, sünger, yumuşakça, kabuklu (Balanus) ve knildli (Mercan, deniz şakayığı gibi) türlerini kapsar.
Fiziksel ve Kimyasal Değişmeler
Çevremizde bulunan çeşitli maddelerde zaman zaman çeşitli nedenlerden dolayı bazı değişiklikler meydana gelir. Örneğin ; buzun eriyerek su haline gelmesi , kesme şekerin ezilerek toz şeker haline gelmesi gibi. Bu değişiklikler kimi zaman maddelerin görünüşünü , kimi zaman ise yapısını değiştirir. Maddenin yapısının değişmesine neden olan olaylara “ kimyasal değişim ” adı verilir. Örneğin ; şekerin ısıtılarak kömür haline gelmesi olayı kimyasal değişimdir . Kömür haline dönüşmüş olan maddeden tekrar şeker elde edilmesi mümkün değildir.
Maddelerin sadece dış görünüşlerinin , biçimlerinin değişmesine ise “fiziksel değişim ” adı verilir. Fiziksel değişime uğrayan maddeler tekrar eski haline gelebilirler . Su donarak buz haline , toz şekerin tanecikleri birleşerek kesme şeker haline gelebilir.
Kimyasal Değişime Örnekler :
• Sütün yoğurt haline gelmesi
• Üzümden sirke elde edilmesi
• Sütün ekşimesi
• Etin bozulması
• Kağıdın ve odunun yanması
• Metallerin ( örneğin , demirin ) paslanma sonucu çürümesi
Fiziksel Değişime örnekler :
• Suyun buharlaşması
• Odunun parçalanması
• Naftalinin erimesi
• Şekerin suda çözünmesi
SES
Ses kaynakları titreşerek ses meydana getirir. Titreşim, bir cismin ileri geri gidip gelme hareketidir. Ses veren her şey titreşir. Titreşen cisimler ses oluşturur. Ses veren cisimler esnektir. Esnek olan cisimler ses dalgaları meydana getirebilir ve ses dalgalarını iletebilir.
Ses üreten varlıklara ses kaynağı denir.Ses madde değil, enerjidir
SESİN OLUŞMASI VE YAYILMASI
Ses dalgaları titreşim kaynağından enerji taşırlar. Bu enerji, çeşitli ortamlar tarafından iletilir. Bu esnada ortam yer değiştirmez, hareket eden madde değil, hareket enerjisidir.Su yüzeyindeki dalgalar ile havada yayılan ses dalgaları farklıdır. Su dalgalarını gördüğümüz halde, ses dalgalarını göremeyiz. Ses dalgaları havada küresel olarak yayılır. Cisimlerin titreşmesi ile meydana gelen sesin kulağımıza kadar gelebilmesi için ses kaynağı ile kulağımız arasında katı-sıvı-gaz gibi esnek bir ortamın bulunması gerekir.
Yani ses boşlukta yayılmaz. Sesin farklı ortamlarda yayılma hızı da farklıdır.
Sesin yayılma hızı bazı etkenlere bağlı olarak değişir.Bunlar;
1- Sesin yayılma hızı ortamın sıcaklığına bağlıdır.
Sesin 0ºC de havada yayılma hızı 331m/s olduğu halde 20ºC de 344 m/s ‘dir. Sıcaklık artıkça sesin o ortamdaki yayılma hızı da artar.
2- Sesin yayılma hızı ortamın cinsine bağlıdır.
Ses katı maddelerde en hızlı, gaz maddelerde ise en yavaştır.
3-Sesin yayılma hızı ortamın yoğunluğuna bağlıdır.
Ortamın yoğunluğu arttıkça sesin yayılma hızı da artar.
Ses oluştuğu ortamlarda dalgalar halinde yayılır.
Titreşen her madde ses oluşturur.Fakat bu oluşan ses dalgaları aynı değildir. Ses dalgalarının bazı özellikleri vardır.Bunlardan biri genliktir. Bir dalga tepesi ile dalga çukuru arasındaki mesafenin yarısına genlik denir.Bir çukur ve birde tepeden oluşan ( bir dalga boyu) dalgaya da periyot denir.
YANKI: Ses dalgalarının bir engele çarptıktan sonra yansıyıp geri dönmesi olayına yankı denir.
Bir engele ses dalgalarını gönderip engelden yansıyan sesin, tekrar geri dönmesi arasında geçen süreden engelin uzaklığı tespit edilir.
Gemilerde deniz derinliğinin saptanması, balık sürülerinin izlenmesi,batık gemilerin yerinin saptanması için sonar cihazları kullanılır. Sonar cihazları suyun sesi iletmesi sayesinde çalışır.
Yankı olayının gerçekleşmesi için gerekli en küçük uzaklık 20ºC de yaklaşık 17 metredir. Engelle aramızdaki uzaklık 17 metreden küçük ise, yansıyıp geri dönen ses dalgalarını ayırt edemeyiz.
REZONANS:Bir ses kaynağından yayılan ses dalgaları çevredeki bazı ses kaynaklarını etkileyerek titreştirebilir.
Frekansları aynı olan kaynaklardan biri titreştirildiğinde, diğer ses kaynağının etki ile titreşmesi olayına rezonans denir.
SESİN ÖZELLİKLERİ
Bir sesi, başka bir sesten ayıran özellikler vardır.Sesin özellikleri şunlardır:
1-Sesin şiddeti
2-Sesin yüksekliği
3-Sesin tını
1-SESİN ŞİDDETİ:
Sesin uzaktan veya yakından duyulabilme özelliğidir.Uzaktaki birine sesimizi duyurabilmemiz sesin şiddetine bağlıdır.Ses dalgalarında genlik ne kadar büyük olursa sesin şiddeti de o kadar büyük olur. Ses şiddetine gürlük de denir.
Ses şiddeti birimi desibeldir(dB).Yani sesin bir dalga boyundaki gücüdür.
GÜRÜLTÜ: Düzensiz frekanslı sesler gürültü olarak adlandırılır. Bir sesin gürültü olup olmadığı ses düzeyine bakılarak belirlenir. Ses düzeyi, ses şiddeti ile ilgilidir.
İşitilebilen en hafif şiddetindeki ses 0 (sıfır) desibel olarak kabul edilir. Buna işitme eşiği denir. Normal konuşma sesi 30-60 dB arasındadır.
Bazı seslerin şiddeti şu şekilde belirtilebilir.
0db İnsanın duyabildiği en düşük ses şiddeti
60 dB Normal konuşma veya daktilo sesi
90 dB Kamyon sesi veya çim biçme makinesi sesi
100 dB Asfalt delme makinesi
115 dB Konser veya barlarda yüksek sesli müzik
140 dB Jet uçağı sesi
Genel olarak 85 dB üzerindeki sesin kulağa zararlı olacağı kabul edilir
2-SESİN YÜKSEKLİĞİ:
İnce sesi kalın sesten ayıran özelliktir.Bir sesin ince veya kalın olması, o ses kaynağının titreşim sayısına bağlıdır.
Bir ses kaynağının bir saniyedeki titreşim sayısına frekans denir.Frekans birimi hertz’dir. Hz ile gösterilir. Ses kaynakları çok hızlı titreşirlerse ince (tiz), az titreşirlerse kalın(pes) ses verir.Yani frekansı büyük olan ses, frekansı küçük olan sesten daha incedir.
Titreşen bir telin frekansı;
1- Telin boyuna (Telin boyu arttıkça frekansı küçülür, ses kalınlaşır)
2- Telin gerginliğine (Telin gerginliği arttıkça frekans büyür, ses inceleşir)
3- Telin kesitine (Tel kalınlaştıkça frekans küçülür, ses kalınlaşır)
4- Telin cinsine bağlıdır.
İnsanların duyabileceği ve üretebileceği seslerin belli frekans değerleri vardır.Normal bir insan kulağı 20Hz ile 20000 Hz arasındaki sesleri duyabilir. Frekansı 20000 Hz’nin üstünde olan sese ultrasyon denir.
3- SESİN TINI:
Her ses kaynağı kendine özgü ses çıkarır.Keman sesini mandolinden, kaval sesini flütten ayıran özelliktir. Aynı yükseklikte ve aynı şiddette başka başka müzik aletlerine ait sesleri kulağımız ayırt edebilir.İşte sesin bu özelliğine sesin tını adı verilir.
SES YALITIMI: Gürültüyü oluşturan ses olduğuna göre sesi geçirmeyen ve daha az geçiren maddelerin kullanılması gürültüyü önler.
Günümüzde ses yalıtımı sağlayan malzemeler üretilmektedir. Lastik, pamuk, yün, keçe ve halı gibi maddeler sesi az iletir, yansıtmaz, söndürür.Tahta, demir, bakır, alüminyum, taş ve beton gibi maddeler ise sesi iyi iletir.
SES KAYDI: Ses Kaydeden Araçlar İlk ses kaydı "fonograf" denen bir araçla yapılmıştır. (Thomas Edison tarafından 1877'de icat edilmiştir) Zamanla bu alanda çeşitli araçlar geliştirilmiştir. Gramafon, teyp ve modern stüdyolardaki kayıt araçlarıdır. İlk ses kaydı fonografta sesler, mum silindirlere kayıt yapılıyordu. Dönen taş plaklara kaydedilir.
Sesin banda kaydedilmesiyle ses kaydı gelişti. Sesli bir filmde ses, filmin kenarına kaydedilir. Müzik kasetleri, sesin kaset içinde banda kaydedilmesiyle istediğimiz zaman,kaset çalarla tekrar sese dönüştürmemizi sağlar.
SES İSKANDİLİ
Ses iskandili sesi ölçen bir alettir ses yalıtımında ve yankı oluşumunda kullanılan maddelerden oluşur.Ses iskandili sesi ölçtüğü için ses uzmanlıklarında da kullanılır. Sesi algılayarak ölçer.Yankıları algılayabilir.Buda onu daha çok özelleştiren bir özelliğidir. Gece kulüplerinde zabıtalar sesin şiddetini ölçmek için , sinema, tiyatro, konser salonu gibi mekanların ses yalıtımları, akustik düzenleri için kullanılır.Ses yalıtımında ve yankı oluşumunda
kullanılan maddelerden oluşur.
EKOSİSTEMLER
Ekoloji, bugün çok sayıda bilim dalının çekirdeğini oluşturmaktadır. Çevre şartları içinde tek bir canlının incelenmesine “otekoloji”, farklı canlı türlerinin oluşturduğu toplulukların incelenmesine “sinekoloji ” denmektedir.
1935 yılından itibaren, bir bölgede bulunan bütün canlılar ve bunların cansız çevrelerini ifade etmek için “Ekosistem” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Çevre ve sistem kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulan ekosistem kelimesinin açık bir ifadesi olarak yer küreden bahsetmek gerekir. Gerçekte yer küre en büyük bir ekosistemi oluşturmaktadır. Ekosistem içinde daha küçük boyutlu ekosistemlerde bulunmaktadır. Orman, dağ, ova, çayır, hububat, doğal hayvanların her biri ayrı ayrı ekosistemi oluşturmaktadır.
Ekosistemi oluşturan öğeler, başlıca dört gurupta toplanır.
1-Cansız varlıklar. (inorganik ve organik maddeler)
2-Primer üreticiler. (yeşil bitkiler)
3-Tüketiciler (bitkisel ve hayvansal maddeleri yiyenler)
4-Ayrıştıcılar (bakteri ve mantarlar)
Ekosistem içindeki doğal dengeye “ekosistem dengesi” denir. Doğal denge bozulduğunda, ekosistem dengesi bozulur ve ekolojik sorunlar ortaya çıkar. Mevcut ekosistemin bozulup ortadan kalkması ve daha sonra bozulan bu ekosistemin yerine yeni bir ekosistemin olması olayına sükseyon (yerine alma) denir. Yer küre içinde en fazla ekosistem dengesini bozan en etkili canlı, şüpesiz ki insandır. İnsan nüfusu ve faaliyetleri arttıkça ekosistem dengesi bozulmaktadır. İnsanlar dışında bitkiler veya hayvanlarda ekosistem dengesini bozabilirler. Tarım bölgesinde kuş türlerinin aşırı çoğalması, hububat üretimini olumsuz etkiler. Yine kuş türlerinin aşırı oranda azalması da, kuşlarla beslenen zararlı böceklerin çoğalmasına yol açar. Ancak, tüm bu gelişmelerde insanın katkısı çok büyüktür. Gerçekte insanın olmadığı doğal bir ortamda, ekosistem dengesi pek fazla bozulmaz.
Hücrenin, organizmaların temel öğesi olmak gibi, ekosistemlerde doğal ortamın birimlerini oluşturur. Her ekosistem, biyosenoz adı verilen bir canlılar topluluğundan oluşur; bunlar, çevrenin ve bu çevrede hüküm süren koşulların nispi homojenliğiyle belirgin, biyotop adı verilen bir alanda yaşar. Bir biyosenoz içinde üç büyük kategori
söz konusudur. Önce besin zincirinin temelini oluşturan birincil üreticiler (klorofilli yeşil bitkiler); sonra birinci basamaktan (otçul hayvanlar), ve ikinci basamaktan tüketiciler (etçil hayvanlar),ve nihayet minareleştiriciler (bakteriler, mantarlar) Ekosistemin çalışması bir madde ve besin zincirleri (beslenme zincirleri de denir.) arasından, sürekli enerji akışıyla kendini belli eder.
Ekosistemler bir çok düzeye göre ele alınabilir. Biyomlar büyük biyocografi bölgelere (tropikal orman, tudra, savan vb) tekabül eder. Bir alt düzeyde, ekosistemler manzaranın bir takım parsellerinin (bir buğday tarlası, bir ormanlık kesim vb) temsil eder. Daha da alt bir düzeyde, mikroekosistemler (bir kıyı kayalığı, bir kara yosun topluluğu vb.) gelir.
Ekolojinin temel ve aynı zamanda tanımlanması en zor kavramlarından biri, bir türün ekolojik ortamı kavramıdır; bu, söz konusu olan türün fizyolojik ihtiyaçlarına, yaşam biçimine ve uyum sağlama niteliklerin bağlı çeşitli parametrelerle belirlenir. Böylece ekolojik ortam, basit bir barınak kavramının ötesinde, türün ekosistemdeki rolünü yerini belirler.
EKOSİSTEMLER NEDEN DEĞİŞİYOR VE BOZULUYOR?
Ekosistemin oluşturan canlı ve cansız varlıklar arasında karşılıklı ilişki vardır. Dolayısıyla ekosistemdeki her öğe canlıların yaşamları, çoğalmaları, göçleri ya da ölümleri üzerinde etkili olur. Yaşam için gerekli olana temel öğeler toprak, hava, su ve ışıktır. Temel öğeler bir yandan ekosistemde yaşamın sürekliliğini sağlarken diğer yandan ekosistemlere büyük zararlar veren afetlere de yol açabilirler. Örneğin; depremler, yanardağ patlamaları, seller, kuraklık, kasırgalar, ve fırtınalar temel öğelerden kaynaklanan belli başlı doğal afetlerdir.
EKOSİSTEMİN DOĞAL ÖZELLİKLERİ
Ekosistemler, kara ekosistemleri ve su ekosistemi olarak iki grupta incelenir. Ormanlar, çayırlar ve çöllerin her biri bir ekosisteme örnektir. Bu ekosistemde en önemli etkendir. (Toprak, hava,nem,ışık ve sudur.) su ekosistemi okyanus, deniz, göl,nehir, ırmak ve sulak alanları kapsar. Su ekosisteminde en önemli etkenler sıcaklık, oksijen, mineraller ve ışıktır.
Kara ve su ortamlardaki ışık, sıcaklık, nem,tuzluluk vb. koşullar mevsimlere göre değişebilir. Güneş ışığının geliş açısının mevsimlere göre değişmesi ortamın azalması kara ve sularla buharlaşmayı artırır. Karalardaki nem oranı düşürebilir. Su ortamında buharlaşan ise tuzluluk oranının yükselmesine neden olabilir.
Mevsimlere bağlı değişiklikler ekosistemlerde yen alan canlıların yaşamsal düzenini de ekiler. Örneğin; kasım patı ve patates gibi bitkiler ilkbahar ve yaz mevsimlerinde ve sonbahar aylarında açar.
KARA EKOSİSTEMİ
Kara ekosistemlerinin bitki örtüsü, büyük iklim kuşaklarına göre, yerkürenin biyom olarak adlandırılan bitki oluşumlarıysa enlemlere göre dağılır. Mesela Kuzey yarıkürede buzul bölgesini tundra izleri; güneye gidildikçe tayga ve daha sonrada tropikal ormanlar gelir. Bu kuşakların dışında, farklı yüksekliklerde farklı kuşakları barındırır. Yükseldikçe, sınırları bölgelere göre değişiklik gösteren bitki örtüsü katları birbirini izler.
İnsanlar yeryüzünün doğal bitki örtüsünü büyük ölçüde etkiler. İnsan etkinlikleri tarımsal alanların oluşmasına katkıda bulunur. Tarım ve hayvancılık yapılan bölgeler, tarım ekosistemleri olarak adlandırılan basitleştirilmiş ve biyolojik çeşitliliği azaltılmış ekosistemlere dönüşmüştür. Bu ekosistemlerin çalışması bütünüyle dışardan enerji veya malzeme katkısına (toprağın işlenmesi gübre ve pestisitler gibi) bağlıdır.
Kara ekosistemlerinin çalışması büyük ölçüde iklim tarafından yönlendirilir; Zaten iklim bitki örtüsünün yaşam süresini de belirler.Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe birincil ve ikinci üretkenlik düzeylerinde ciddi bir düşüş gözlenir. Tundralarda hüküm süren sert iklim koşulları, toprağın çok uzun süre (9-10 ayı) su dolaşımını engelleyecek biçimde donmasıyla kendini gösterir. Buradaki bitkisel oluşumlar (bodur bitkiler, ağaç yokluğu) donar ve rüzgara uyum sağlamıştır ve bölgenin faunası fakirdir.
Buna karşılık, tropikal kuşaktaki ormanlar yıl boyunca fazla değişmeyen, çok uygun iklim koşullarından yararlanır. Biyolojik etkinliğin aralıksız sürmesi sayesinde bu kuşakta birinci üretkenlik en üst düzeydedir ve minarelerin yeniden çevrime girme hızı çok yüksektir. Bitki oluşumlarının ve hayvanların inanılmaz çeşitliliği, bu ortamlarda karmaşık zincirlerinin gelişmesini sağlar. Öte yandan göl ve gölet kıyıları, turbalıklar gibi kıtalar içlerindeki nemli bölgeler, insanın baskısı sonucu, önemini kaybetmiştir. Oysa gerçekte bu yöreler,biyolojik çeşitliliği yüksek, çok sayıda türün varlığını sürdürmesi açısından birincil öneme sahip bölgelerdir.
DENİZ EKOSİSTEMİ
OŞİNOGRAFLAR BU ORTAMI FARKLI EKOLOJİK ÖZELLİKLERİNE
GÖRE “ALANLARA” VE “BÖLGELERE” AYIRARAK İNCELENMEYİ
TERCİH EDERLER.
Ekolojik şartları büyük bir çeşitlilik gösteren deniz ortamı homojen bir bütün olarak ele almak, bilimsel açıdan çok kısıtlı bir bakış açısına neden olur. öncelikle iki büyük okyanus alanı ayırt edilmektedir.bütünüyle denizleri oluşturan “su kütlesi” ve kıyılardan derin abis çukurlarına kadar dipleri kapsayan “dip alanı” ;Dip alanı derinliğine göre üçe ayrılır.
-0-200 metreler arasında uzanan ve okyanusların tabanının yüzde 7,6 sını oluşturan kıta sahanlığı;
-200 metreden 2000 metreye kadar uzanan dipteki ani eğim bölgesinden meydana gelen ve tabanın yüzde 8,1 ni oluşturan kıta şevi; ve nihayet okyanusların tabanının yüzde 84,3 ünü meydana getiren abisler. (2000-6000 metre) ve çukurlar (6000 metreden
bilinen en derin yer olan mariana çukurunda 11.000 metreye kadar) Gelgite maruz kalan ve hatta dalga serpintisiyle ıslanan kıyı şeritleri de okyanus alanına dahil edilmektedir. Gerçekten de bu bölgelerde yaşayan organizmalar, gerek gelgitler sırasında birbirini ardınca su altında ve su üstünde kalarak, gerek ortamın yüksek tuzluluğu sebebiyle, okyanus etkilerine maruz kalmaktadır.
Okyanusları ve denizleri oluşturan su kütlesi ikiye ayrılan kıta sahanlığını örten yüzey suları ve 200 metrenin altında kalan dip suları bu düzeylerde su kütlesi, güneş ışınlarının nüfuz etmesi derecesine ve mevsimlik sıcaklık değişimlerine bağlı olarak düşey bir ekolojik katmanlaşma gösterir. Işığın ulaştığı epipelojik bölge, ışık miktarının, bitkilerin fotosentez yapabilmesi için yeterli olduğu 0 ila 50-100 metrelik yüzey sularına tekabül eder. Söz konusu bu bölgenin altında dip bitkileri ve fitoplankton yaşayamaz; yanlızca etçiler veya çürükçül beslenen hayvan türleri canlı kalabilir.
Okyanus ekosisteminin alt bölümlere ayrılması, karşılaşılan ekolojik şartların çeşitliliğiyle ilişkilidir; organizmaların uyum mekanizması ve üretkenliği bir bölgeden diğerine belirgin farklılıklar gösterir.
Deniz Canlıları; Yüzeyle dip alanı arasında ve hatta jeolojik taban yapısı içinde yaşam, deniz ekosisteminin üç boyutuna da dağılmış durumdadır. Deniz ortamının ekolojik şartlarının çeşitliliği, yaşam şekillerinde ve tarzlarında da büyük değişikliğe neden olmaktadır. Okyanusun büyük bölgeleriyle bağlantılı olarak üç çeşit canlı gurubu ayırt edilir; su kütlesinde yaşan plankton ve nekton ile diğerlerde yaşayan bentos toplulukları.
PLANKTON ; Yüzeyde veya su kütlesinde asıllı duran, kısıtlı hareket yeteneğiyle su akımlarına karşı koyamayan ve bazıları bu nedenle düşey göçlere maruz kalan organizmalar topluluğudur.
NEKTON; Açık denizde yaşayabilen ve deniz akıntıları içinde hareket edebilen canlılardan oluşur; açık denizde yaşayan balık türlerinin çoğunu, kafadanbacakları ve deniz memelilerini kapsar.
BENTOS; Dibe bağlı olarak yaşayan hayvanlar ve bitkiler (bağlı bentos) ile dipte veya dibe yakın bölgelerde hafifçe hareket eden bazı hayvan türlerinden (gezgin bentos)
meydana gelir. Bağlı bentos bir çok suyosunu, sünger, yumuşakça, kabuklu (Balanus) ve knildli (Mercan, deniz şakayığı gibi) türlerini kapsar.
Fiziksel ve Kimyasal Değişmeler
Çevremizde bulunan çeşitli maddelerde zaman zaman çeşitli nedenlerden dolayı bazı değişiklikler meydana gelir. Örneğin ; buzun eriyerek su haline gelmesi , kesme şekerin ezilerek toz şeker haline gelmesi gibi. Bu değişiklikler kimi zaman maddelerin görünüşünü , kimi zaman ise yapısını değiştirir. Maddenin yapısının değişmesine neden olan olaylara “ kimyasal değişim ” adı verilir. Örneğin ; şekerin ısıtılarak kömür haline gelmesi olayı kimyasal değişimdir . Kömür haline dönüşmüş olan maddeden tekrar şeker elde edilmesi mümkün değildir.
Maddelerin sadece dış görünüşlerinin , biçimlerinin değişmesine ise “fiziksel değişim ” adı verilir. Fiziksel değişime uğrayan maddeler tekrar eski haline gelebilirler . Su donarak buz haline , toz şekerin tanecikleri birleşerek kesme şeker haline gelebilir.
Kimyasal Değişime Örnekler :
• Sütün yoğurt haline gelmesi
• Üzümden sirke elde edilmesi
• Sütün ekşimesi
• Etin bozulması
• Kağıdın ve odunun yanması
• Metallerin ( örneğin , demirin ) paslanma sonucu çürümesi
Fiziksel Değişime örnekler :
• Suyun buharlaşması
• Odunun parçalanması
• Naftalinin erimesi
• Şekerin suda çözünmesi
SES
Ses kaynakları titreşerek ses meydana getirir. Titreşim, bir cismin ileri geri gidip gelme hareketidir. Ses veren her şey titreşir. Titreşen cisimler ses oluşturur. Ses veren cisimler esnektir. Esnek olan cisimler ses dalgaları meydana getirebilir ve ses dalgalarını iletebilir.
Ses üreten varlıklara ses kaynağı denir.Ses madde değil, enerjidir
SESİN OLUŞMASI VE YAYILMASI
Ses dalgaları titreşim kaynağından enerji taşırlar. Bu enerji, çeşitli ortamlar tarafından iletilir. Bu esnada ortam yer değiştirmez, hareket eden madde değil, hareket enerjisidir.Su yüzeyindeki dalgalar ile havada yayılan ses dalgaları farklıdır. Su dalgalarını gördüğümüz halde, ses dalgalarını göremeyiz. Ses dalgaları havada küresel olarak yayılır. Cisimlerin titreşmesi ile meydana gelen sesin kulağımıza kadar gelebilmesi için ses kaynağı ile kulağımız arasında katı-sıvı-gaz gibi esnek bir ortamın bulunması gerekir.
Yani ses boşlukta yayılmaz. Sesin farklı ortamlarda yayılma hızı da farklıdır.
Sesin yayılma hızı bazı etkenlere bağlı olarak değişir.Bunlar;
1- Sesin yayılma hızı ortamın sıcaklığına bağlıdır.
Sesin 0ºC de havada yayılma hızı 331m/s olduğu halde 20ºC de 344 m/s ‘dir. Sıcaklık artıkça sesin o ortamdaki yayılma hızı da artar.
2- Sesin yayılma hızı ortamın cinsine bağlıdır.
Ses katı maddelerde en hızlı, gaz maddelerde ise en yavaştır.
3-Sesin yayılma hızı ortamın yoğunluğuna bağlıdır.
Ortamın yoğunluğu arttıkça sesin yayılma hızı da artar.
Ses oluştuğu ortamlarda dalgalar halinde yayılır.
Titreşen her madde ses oluşturur.Fakat bu oluşan ses dalgaları aynı değildir. Ses dalgalarının bazı özellikleri vardır.Bunlardan biri genliktir. Bir dalga tepesi ile dalga çukuru arasındaki mesafenin yarısına genlik denir.Bir çukur ve birde tepeden oluşan ( bir dalga boyu) dalgaya da periyot denir.
YANKI: Ses dalgalarının bir engele çarptıktan sonra yansıyıp geri dönmesi olayına yankı denir.
Bir engele ses dalgalarını gönderip engelden yansıyan sesin, tekrar geri dönmesi arasında geçen süreden engelin uzaklığı tespit edilir.
Gemilerde deniz derinliğinin saptanması, balık sürülerinin izlenmesi,batık gemilerin yerinin saptanması için sonar cihazları kullanılır. Sonar cihazları suyun sesi iletmesi sayesinde çalışır.
Yankı olayının gerçekleşmesi için gerekli en küçük uzaklık 20ºC de yaklaşık 17 metredir. Engelle aramızdaki uzaklık 17 metreden küçük ise, yansıyıp geri dönen ses dalgalarını ayırt edemeyiz.
REZONANS:Bir ses kaynağından yayılan ses dalgaları çevredeki bazı ses kaynaklarını etkileyerek titreştirebilir.
Frekansları aynı olan kaynaklardan biri titreştirildiğinde, diğer ses kaynağının etki ile titreşmesi olayına rezonans denir.
SESİN ÖZELLİKLERİ
Bir sesi, başka bir sesten ayıran özellikler vardır.Sesin özellikleri şunlardır:
1-Sesin şiddeti
2-Sesin yüksekliği
3-Sesin tını
1-SESİN ŞİDDETİ:
Sesin uzaktan veya yakından duyulabilme özelliğidir.Uzaktaki birine sesimizi duyurabilmemiz sesin şiddetine bağlıdır.Ses dalgalarında genlik ne kadar büyük olursa sesin şiddeti de o kadar büyük olur. Ses şiddetine gürlük de denir.
Ses şiddeti birimi desibeldir(dB).Yani sesin bir dalga boyundaki gücüdür.
GÜRÜLTÜ: Düzensiz frekanslı sesler gürültü olarak adlandırılır. Bir sesin gürültü olup olmadığı ses düzeyine bakılarak belirlenir. Ses düzeyi, ses şiddeti ile ilgilidir.
İşitilebilen en hafif şiddetindeki ses 0 (sıfır) desibel olarak kabul edilir. Buna işitme eşiği denir. Normal konuşma sesi 30-60 dB arasındadır.
Bazı seslerin şiddeti şu şekilde belirtilebilir.
0db İnsanın duyabildiği en düşük ses şiddeti
60 dB Normal konuşma veya daktilo sesi
90 dB Kamyon sesi veya çim biçme makinesi sesi
100 dB Asfalt delme makinesi
115 dB Konser veya barlarda yüksek sesli müzik
140 dB Jet uçağı sesi
Genel olarak 85 dB üzerindeki sesin kulağa zararlı olacağı kabul edilir
2-SESİN YÜKSEKLİĞİ:
İnce sesi kalın sesten ayıran özelliktir.Bir sesin ince veya kalın olması, o ses kaynağının titreşim sayısına bağlıdır.
Bir ses kaynağının bir saniyedeki titreşim sayısına frekans denir.Frekans birimi hertz’dir. Hz ile gösterilir. Ses kaynakları çok hızlı titreşirlerse ince (tiz), az titreşirlerse kalın(pes) ses verir.Yani frekansı büyük olan ses, frekansı küçük olan sesten daha incedir.
Titreşen bir telin frekansı;
1- Telin boyuna (Telin boyu arttıkça frekansı küçülür, ses kalınlaşır)
2- Telin gerginliğine (Telin gerginliği arttıkça frekans büyür, ses inceleşir)
3- Telin kesitine (Tel kalınlaştıkça frekans küçülür, ses kalınlaşır)
4- Telin cinsine bağlıdır.
İnsanların duyabileceği ve üretebileceği seslerin belli frekans değerleri vardır.Normal bir insan kulağı 20Hz ile 20000 Hz arasındaki sesleri duyabilir. Frekansı 20000 Hz’nin üstünde olan sese ultrasyon denir.
3- SESİN TINI:
Her ses kaynağı kendine özgü ses çıkarır.Keman sesini mandolinden, kaval sesini flütten ayıran özelliktir. Aynı yükseklikte ve aynı şiddette başka başka müzik aletlerine ait sesleri kulağımız ayırt edebilir.İşte sesin bu özelliğine sesin tını adı verilir.
SES YALITIMI: Gürültüyü oluşturan ses olduğuna göre sesi geçirmeyen ve daha az geçiren maddelerin kullanılması gürültüyü önler.
Günümüzde ses yalıtımı sağlayan malzemeler üretilmektedir. Lastik, pamuk, yün, keçe ve halı gibi maddeler sesi az iletir, yansıtmaz, söndürür.Tahta, demir, bakır, alüminyum, taş ve beton gibi maddeler ise sesi iyi iletir.
SES KAYDI: Ses Kaydeden Araçlar İlk ses kaydı "fonograf" denen bir araçla yapılmıştır. (Thomas Edison tarafından 1877'de icat edilmiştir) Zamanla bu alanda çeşitli araçlar geliştirilmiştir. Gramafon, teyp ve modern stüdyolardaki kayıt araçlarıdır. İlk ses kaydı fonografta sesler, mum silindirlere kayıt yapılıyordu. Dönen taş plaklara kaydedilir.
Sesin banda kaydedilmesiyle ses kaydı gelişti. Sesli bir filmde ses, filmin kenarına kaydedilir. Müzik kasetleri, sesin kaset içinde banda kaydedilmesiyle istediğimiz zaman,kaset çalarla tekrar sese dönüştürmemizi sağlar.
SES İSKANDİLİ
Ses iskandili sesi ölçen bir alettir ses yalıtımında ve yankı oluşumunda kullanılan maddelerden oluşur.Ses iskandili sesi ölçtüğü için ses uzmanlıklarında da kullanılır. Sesi algılayarak ölçer.Yankıları algılayabilir.Buda onu daha çok özelleştiren bir özelliğidir. Gece kulüplerinde zabıtalar sesin şiddetini ölçmek için , sinema, tiyatro, konser salonu gibi mekanların ses yalıtımları, akustik düzenleri için kullanılır.Ses yalıtımında ve yankı oluşumunda
kullanılan maddelerden oluşur.
GÜNEŞ SİSTEMİNİN BOYUTLARI
Güneş, çevresinde dolanan bütün büyük ve küçük gezegenlerin, kuyrukluyıldızların, meteorların ve gökcisimlerinin oluşturduğu Güneş sisteminin merkezinde yer alır . Dünya da Güneş'in çevresinde dolanan dokuz büyük gezegenden biridir ve Güneş'ten ortalama 149.600.000 km uzaktadır. Güneş sistemindeki gezegenler ve öbür gökcisimleri yalnızca Güneş'in ışığını yansıttıkları için parlak görünür; gerçekte hiçbirinin kendi ışığı yoktur ve gezegenlerin en büyüğü olan Jüpiter bile Güneş'in yanında küçük kalır.
Güneş'in çapı yaklaşık 1.392.000 kilometredir; bu da Jüpiter'in çapının neredeyse 10 katı, Dünya'nın çapının ise hemen hemen 109 katı eder. Güneş'in hacmi Dünya'nın hacminin yaklaşık 1.300.000 katı, buna karşılık kütlesi (tahminlere göre 1,99 x 103" kg) Dünya'nınkinin ancak 333.000 katı düzeyindedir. Demek ki Güneş'teki ortalama madde yoğunluğu Dünya'daki ortalama madde yoğunluğunun hemen hemen dörtte biri kadardır. Ama bu madde bütün hacme eşit dağılmadığı için, Güneş'in merkezi Dünya'dan en az 30 kat, sudan 150 kat daha yoğundur.
Güneş'in yüzeyindeki kütleçekim kuweti Dünya'daki yerçekiminin 28 katından fazla olduğu için, Dünya'da tartıldığında 70 kg gelen bir insan Güneş'e gidip tartılabilse yaklaşık 2.000 kg gelirdi. Ama hiç kuşkusuz Güneş'te ne insan, ne de başka bir canlı yaşayabilir; çünkü yüzeyindeki sıcaklık 6.000°C'ye yakındır. Merkezindeki sıcaklık ise 15.000.000°C'yi bulur.
Astronomlar inceleyebildikleri bütün yıldızları renklerine ve büyüklüklerine göre sınıflandırmışlardır . Bu sınıflandırmaya göre yıldızların ışığı mavimsi beyazdan kırmızıya, boyutları da seyreltik atmosferli üst devlerden son derece yoğun kütleli nötron yıldızlarına kadar uzanır. Bu sınıflandırmanın hemen hemen tam orta basamaklarında yer alan Güneş, sarı ışıklı bir cüce yıldızdır ve ömrünün neredeyse yarısını tamamlamıştır.
Güneş çok sıcak bir gaz küresidir. O sıcaklıkta hiçbir madde katı ya da sıvı halde bulunamayacağı için bütünüyle gazlardan oluşur. Yıldızların çoğunda olduğu gibi Güneş'in yapısında da büyük ölçüde hidrojen, önemli miktarda helyum ve çok az oranda başka kimyasal elementler vardır. Ama bu elementlerin hepsi, hatta demir gibi metaller bile buharlaşarak gaz haline gelmiştir.
Güneş konusundaki bilgilerin başlıca kaynağı yeryüzüne ulaşan ışığıdır. Astronomlar güneş ışığını ayrıntılı olarak inceleyebilmek için, teleskoplara takılan özel fotoğraf makinelerinin çektiği görüntülerden yararlanırlar. Ayrıca Güneş'in yüzeyinden uzaya radyo dalgaları, X ışınları, gamma ışınları ve kozmik
ışınlar, iç katmanlarından da nötrino denen çok hafif ve hızlı parçacıklar yayılır. Bu parçacıkların varlığını saptamak çok güçtür; ama Güneş'in iç yapısına ilişkin doğrudan bilgi edinebileceğimiz tek kaynak da bu parçacıklardır.
Güneş'in yapısındaki çeşitli elementlerin varlığı güneş tayfının incelenmesiyle saptanmıştır . Çok ayrıntılı ve özenli bir incelemeyle, güneş tayfında parlak renklerin yanı sıra binlerce karanlık çizginin bulunduğu görülebilir. Bazı dalga boylarındaki ışınların atmosfer gazlarınca soğurulmasından ileri gelen bu koyu renk çizgilere Fraunhofer çizgileri denir. Çünkü bu çizgilerin varlığını 19. yüzyılda Alman fizikçi Joseph von Fraunhofer ortaya koymuştur. Laboratuvarda yapılan deneylerde, gaz halindeki çeşitli elementlerin tayfında da aynı çizgiler görülebilir. Böylece astronomlar, güneş tayfındaki Fraunhofer çizgilerinin yerini deney sonuçlarıyla karşılaştırarak Güneş'in atmosferinde hangi elementlerin bulunduğunu söyleyebilirler. Nitekim helyum elementi ilk kez güneş tayfında saptanmış, yeryüzündeki varlığı sonradan anlaşılmıştır. Bu incelemelerden çıkarılan sonuçlara göre Güneş, aralarında demir ve nikel gibi metaller de bulunmak üzere 63 kadar elementi içerir.
Güneş'in çapı yaklaşık 1.392.000 kilometredir; bu da Jüpiter'in çapının neredeyse 10 katı, Dünya'nın çapının ise hemen hemen 109 katı eder. Güneş'in hacmi Dünya'nın hacminin yaklaşık 1.300.000 katı, buna karşılık kütlesi (tahminlere göre 1,99 x 103" kg) Dünya'nınkinin ancak 333.000 katı düzeyindedir. Demek ki Güneş'teki ortalama madde yoğunluğu Dünya'daki ortalama madde yoğunluğunun hemen hemen dörtte biri kadardır. Ama bu madde bütün hacme eşit dağılmadığı için, Güneş'in merkezi Dünya'dan en az 30 kat, sudan 150 kat daha yoğundur.
Güneş'in yüzeyindeki kütleçekim kuweti Dünya'daki yerçekiminin 28 katından fazla olduğu için, Dünya'da tartıldığında 70 kg gelen bir insan Güneş'e gidip tartılabilse yaklaşık 2.000 kg gelirdi. Ama hiç kuşkusuz Güneş'te ne insan, ne de başka bir canlı yaşayabilir; çünkü yüzeyindeki sıcaklık 6.000°C'ye yakındır. Merkezindeki sıcaklık ise 15.000.000°C'yi bulur.
Astronomlar inceleyebildikleri bütün yıldızları renklerine ve büyüklüklerine göre sınıflandırmışlardır . Bu sınıflandırmaya göre yıldızların ışığı mavimsi beyazdan kırmızıya, boyutları da seyreltik atmosferli üst devlerden son derece yoğun kütleli nötron yıldızlarına kadar uzanır. Bu sınıflandırmanın hemen hemen tam orta basamaklarında yer alan Güneş, sarı ışıklı bir cüce yıldızdır ve ömrünün neredeyse yarısını tamamlamıştır.
Güneş çok sıcak bir gaz küresidir. O sıcaklıkta hiçbir madde katı ya da sıvı halde bulunamayacağı için bütünüyle gazlardan oluşur. Yıldızların çoğunda olduğu gibi Güneş'in yapısında da büyük ölçüde hidrojen, önemli miktarda helyum ve çok az oranda başka kimyasal elementler vardır. Ama bu elementlerin hepsi, hatta demir gibi metaller bile buharlaşarak gaz haline gelmiştir.
Güneş konusundaki bilgilerin başlıca kaynağı yeryüzüne ulaşan ışığıdır. Astronomlar güneş ışığını ayrıntılı olarak inceleyebilmek için, teleskoplara takılan özel fotoğraf makinelerinin çektiği görüntülerden yararlanırlar. Ayrıca Güneş'in yüzeyinden uzaya radyo dalgaları, X ışınları, gamma ışınları ve kozmik
ışınlar, iç katmanlarından da nötrino denen çok hafif ve hızlı parçacıklar yayılır. Bu parçacıkların varlığını saptamak çok güçtür; ama Güneş'in iç yapısına ilişkin doğrudan bilgi edinebileceğimiz tek kaynak da bu parçacıklardır.
Güneş'in yapısındaki çeşitli elementlerin varlığı güneş tayfının incelenmesiyle saptanmıştır . Çok ayrıntılı ve özenli bir incelemeyle, güneş tayfında parlak renklerin yanı sıra binlerce karanlık çizginin bulunduğu görülebilir. Bazı dalga boylarındaki ışınların atmosfer gazlarınca soğurulmasından ileri gelen bu koyu renk çizgilere Fraunhofer çizgileri denir. Çünkü bu çizgilerin varlığını 19. yüzyılda Alman fizikçi Joseph von Fraunhofer ortaya koymuştur. Laboratuvarda yapılan deneylerde, gaz halindeki çeşitli elementlerin tayfında da aynı çizgiler görülebilir. Böylece astronomlar, güneş tayfındaki Fraunhofer çizgilerinin yerini deney sonuçlarıyla karşılaştırarak Güneş'in atmosferinde hangi elementlerin bulunduğunu söyleyebilirler. Nitekim helyum elementi ilk kez güneş tayfında saptanmış, yeryüzündeki varlığı sonradan anlaşılmıştır. Bu incelemelerden çıkarılan sonuçlara göre Güneş, aralarında demir ve nikel gibi metaller de bulunmak üzere 63 kadar elementi içerir.
GÜNEŞ SİSTEMİNİN ELEMANLARI VE ÖZELLİKLERİ
· Güneş
· Gezegenler
· Merkür
· Venüs
· Yer
· Mars
· Jüpiter
· Satürn
· Uranüs
· Neptün
· Pluto
· Küçük Gezegenler
· Kuyruklu Yıldızlar
Güneş
Güneş çok büyük ve ışıldayan bir gaz topudur. Bize diğer yıldızlara göre daha yakın olduğundan en iyi tanıdığımız yıldız Güneştir. Güneşin içerinde hidrojen atomları durmadan parçalanır ve farklı şekilde birleşerek helyum atomunu oluştururlar. Bu olaya çekirdek tepkimesi adı verilir ve bu tepkime nükleer bir tepkimedir. Hidrojenin parçalanması ile meydana çıkan enerjinin bir kısmı helyuma dönüşme sırasında tekrar kullanılır, artan enerji ise Güneşin yüzeyinden uzaya saçılır.
Güneşte kendi ekseni etrafında dönmektedir. Fakat güneş bir gaz kütlesi olduğundan her bölgesindeki dönme hızı birbirine eşit değildir. Dömesinin en önemli kanıtı üzerindeki kara lekelerin zaman içerisinde yerdeğiştirmesidir. Dönme yönü soldan sağa doğrudur yani yerin kendi ekseni etrafındaki dönme yönü ile aynıdır. Kendi ekseni etrafındaki hareketini ekvatorunda 24,65 gün, 40 ° enlemlerde 27,50 gün, kutuplarda ise 34 gün olduğu gözlenmiştir.
Güneşin kendine öz diğer bir hareketi ise uzay hareketidir. Yapılan gözlemler sonucunda Güneşin ve dolayısı ile Güneş Sisteminin Vega Yıldızına doğru 19.5 km/sn lik bir hızla yaklaştığı ölçülmüştür. Diğer bir hareketi ise Samanyolu ile birlikte yaptığı dönme hareketidir. Bu hareketin hızı 250 km/sn ve dönemi 230.000.000 yıl olarak hesaplanmıştır.
Yarı Çapı
|
696.000 km
|
Kütlesi
|
1.99 x 10 33 gr
|
Yer'e Uzaklığı
|
149.600.000 km
|
Merkezi Sıcaklığı
|
20.000.000 K°
|
Görünür Parlaklığı (Şişkin)
|
-26.5 m
|
Merkür
Mekür Güneş Sisteminin en küçük ve Güneşe en yakın olan gezegenidir. Merkür gündoğmadan önce ve gün batımından sonra kısa bir zaman gözlenir. Çıplak gözle ufka yakın parlak bir yıldız gibi gözlenir. Bir iç gezegen olduğundan evreleri vardır.
Bu gezegen Güneş'e çok yakın olduğundan gündüzleri sıcaklık +423 C° ye kadar ulaşmakta fakat geceleri bu sıcaklık -183 C° kadar inmektedir. Mekürde atmosfer bulunmamasından dolayı astroitler yüzeyinde derin kraterler oluşturmaktadır. Çok derin kraterlere Güneş ışığı giremiyeceğinden merkürde buz bulunması ihtimali yüksektir.
Merkürün ilginç bir özelliğide ince kabuğunun içerisinde çok büyük bir metal çekirdeğin bulunmasıdır. Bu çekirdek merkürün yaklaşık %72 ini kaplamaktadır. Bir teoriye göre milyonlarca sene önce kendisi kadar büyük bir cisimle çarpışan merkür sıvılaştı ve ağır metaller çökerek büyük metal çekirdeği oluşturmuştur.
Merkürün yüzeyi uydumuz olan ay gibi kraterlerle kaplanmıştır. Bunun nedeni yüzey sıcaklığının fazla olması ve kendi ekseni etrafındaki dönme hızının çok yavaş olmasından dolayı bir atmosferinin bulunmaması, bu yüzdende astroitlerin yüzeye çarpmasıdır.
Yarı Çapı
|
2438 km
|
Kütlesi
|
0.33 x 10 24 kg
|
Yoğunluğu
|
5427 kg/m3
|
Güneş'e Uzaklığı
|
57.900.000 km
|
Yüzey Sıcaklığı
|
+423 C° & -183 C°
|
Güneş Çevresinde Dönme Periyotu
|
88 gün
|
Kendi Ekseninde Dönme Periyotu
|
59 gün
|
Görünür Parlaklığı (Şişkin)
|
-1.2 m
|
Kendi Ekseninde Dönme Hızı
|
47.87 km/sn
|
Türkçe İsmi
|
Dilek
|
Venüs
Venüs Güneş sisteminin ikici gezegenidir. Halk arasında çoban yıldızı ve akşam yıldızı olarak bilinir. Bunun nedeni sabaha karşı veya akşam üzeri görülmesidir. Bir iç gezegen olduğu için venüsde merkür gibi evreler gösterir. Eski çağlarda çok güzel parladığı için Eski Romalılar tarafından Aşk Tanrıçası Venüsün adı verilmiştir. Güneş ve Ay'dan sonra gökyüzünün en parlak cismidir. Şişkin evresinde parlaklığı -4m kadire kadar yükselmektedir. Bu parlaklığının sebebi atmosferindeki Karbondioksit bulutlarının bir ayna gibi güneş ışınlarını yansıtmasıdır.
Venüs her nekadar aşk tanrıçası kadar güzel gösterilsede aslında öyle değildir. Güneş'e Merkür'den daha da uzak olmasına rağmen yüzey sıcaklığı Merkür'den fazladır. Bunun sebebi bir atmosferinin olması ve bu atmosferin sera etkisi yaratmasıdır. Yani atmosferden giren güneş ışınları bulutlar tarafından tutulmaktadır. Atmosferinde çok büyük oranda karbondiyoksit bulundurmaktadır, aynı zamanda bulutlardan yağan Sülfirik Asit yağmurları Venüs'ü bir cehenneme çevirir.
Venüsün güneş sistemindeki ne şaşırtıcı özelligi kendi ekseni çevresinde ters olarak (saatin dönme yönünde) dönmesidir. Ayrıca Venüs kendi ekseni etrafındaki hareketini 243 günde Güneş çevresindeki hareketini ise 224 günde gerçekleştirmektedir.
Yarı Çapı
|
6051.8 km
|
Kütlesi
|
4.86 x 1024 kg
|
Yoğunluğu
|
5243 kg/m3
|
Güneş'e Uzaklığı
|
108.000.000 km
|
Yüzey Sıcaklığı
|
231 K°
|
Güneş Çevresinde Dönme Periyotu
|
224 gün
|
Kendi Ekseninde Dönme Periyotu
|
243 gün
|
Görünür Parlaklığı (Şişkin)
|
-4 m
|
Kendi Ekseninde Dönme Hızı
|
35.02 km/sn
|
Türkçe İsmi
|
Çoban
|
Dünya
Güneş sisteminin 3. gezegenidir. Güneşe olan ortalama uzaklığı 149.600.000 km dir. Yer yaşam için uygun bir uzaklıktadır. Eğer daha yakın olsaydı yüzeyindeki su buharlaşır, daha uzak olsaydı donabilirdi. Yaşamın oluşabilmesi için en önemli faktörler su ve atmosferdir. İnsanoğlu üzerinde bulunduğu dünyayı dışarıdan çok uzun zaman gözleyemediği için çok uzun yıllar yerin yapısı ve hareketi hakkında yalnış düşüncelere kapılmıştır. Atmosferinde %77.6 Azot, %20.7 Oksijen ve %1.7 oranında diğer gazlar ve su buharı bulunmaktadır. Yer atmosferinin diğer bir özelliği Güneş'ten gelen zararlı ışınları filtre görevi yaparak süzmesidir.
Yer kendi eksanı etrafındaki hareketini 24 saatte Güneş çevresindeki hareketini ise 365.25 günde tamamlamaktadır. Kendi ekseni etrafındaki dönme hızı 30 km/sn dir. Kendi ekseni etrafındaki bu dönmeden dolayı yer ekvatordan şişkin, kutuplardan basık bir şekil almıştır. Yani mükemmel bir küre değildir. Ekvator yarı çapı 6378.388 km, kutuplardaki yarı çapı ise 6356.912 km dir.
Yer kendi boyutları ile karşılaştırılabilecek bir uyduya sahiptir. Gezegenler arasında en büyük uyduya sahip olan gezegendir. Ay hakkındaki ayrıntılı bilgiyi daha sonra popüler astronomi bölümünde yayınlayacağım.
Yarı Çapı
|
6376.65 km (Ortalama)
|
Kütlesi
|
5.97x10 24 kg
|
Atmosferinin Kütlesi
|
5x10 17 kg
|
Atmosfer Basıncı
|
760 mm/civa
|
Yoğunluğu
|
5515 kg/m3
|
Güneş'e Uzaklığı
|
149.600.000 km
|
Yüzey Sıcaklığı
|
+50 C° & -50 C°
|
Kendi Ekseninde Dönme Hızı
|
30.01 km/sn
|
Güneş Çevresinde Dönme Periyotu
|
365 gün
|
Kendi Ekseninde Dönme Periyotu
|
24 saat
|
Türkçe İsmi
|
Yer
|
Mars
Mars Güneş Sisteminin 4. gezegenidir. Dünyanın yarısı büyüklüğünde olan Mars Yer ile bir çok ortak özelliğe sahiptir. Mars'ta da yerdeki gibi mevsimler vardır. Ekvator düzleminin yer gibi güneş sisteminin düzlemne göre eğik olması mevsimlerin oluşmasına yol açmıştır. Çok uzun süreler Mars'ta yaşaşam olduğuna inanılmıştır. Fakat günümüzde Mars'a yollanan araçlar burada yaşam oluşabilmesi için gerekli şartların olmadığını keşfetmişlerdir. Mars çıplak gözle veya dürbünle bakıldığında gökyüzünde kırmızı bir yıldız gibi parlar. Kırmızı rengi almasındaki önemli faktör yerkabuğunda bolca demir elementinin bulunması ve bu demirinde gezegene pas rengi vermesidir.
Mars Güneş'e olan uzaklığı 227.400.00 km dir. Güneş çevresindeki dönme hareketini 687 günde tamamlar. Kendi ekseni çeversindeki hareketini ise 25 saatte tamamlar. Yüzey sıcaklığı güneşten uzak olduğu için -25 C° dir. Mars yüzerinde çok büyük kanallar vardır. İlk Mars gözlemlerinde bu kanalların su sıkıntısı çeken Mars'lıların kutup bölgesinden su taşımak için yaptıkları düşünülüyordu. Fakat bu günlerde bu kanalların Mars'ın kendi yüzey şekilleri olduğu bilinmektedir.
Mars'ın Deimos ve Phobos adında iki uydusuda bulunmaktadır. Bu uydular gezegenin çekim etkisine sonradan yakalanmış olan asteoritlerde olabilir.
Yarı Çapı
|
3200 km
|
Kütlesi
|
0.64 x 1024 kg
|
Yoğunluğu
|
3933 gr/cm3
|
Güneş'e Uzaklığı
|
227.400.000 km
|
Yüzey Sıcaklığı
|
-25 C°
|
Güneş Çevresinde Dönme Periyotu
|
687 gün
|
Kendi Ekseninde Dönme Periyotu
|
25 saat
|
Kendi Ekseninde Dönme Hızı
|
24.13 km/sn
|
Görünür Parlaklığı
|
1.2 m
|
Türkçe İsmi
|
Savaş
|
Jüpiter
Güneş sisteminin en görkemli elemanıdır. Jüpiterde her şey büyüktür. 16 tane uydusu ile küçük bir Güneş Sistemi görünümündedir. Yarıçapı 71.942 km dir. Görüldüğü zaman normal bir dürbünle en parlak uyduları ve kendisi rahatça seçilebilir. Jüpiter'in Güneş'e olan uzaklığı 778.000.000 km dir. Küçük bir çekirdek etrafı tamamen gazdan oluşmuştur. Jüpiter'e bakıldığında 1000 km yüksekliğindeki atmosferindeki bulutlar görülür. Daha ayrıntılı incelemeler gezegen sondaları ile yapılmaktadır.
Jüpiter ilginç olaylara sahne olmaktadır. atmosferindeki dev fırtınalar yüzyıllardır aynı şekilde devam etmekte ve gittikçe büyümektedir. Üzerindeki en belirgin fırtına "Büyük Kırmızı Leke" olarak bilinir. Bu fırtına 40.000 km uzunluğunda 14.000 km genişliğindedir. Jüpiterin uyduları içinde Ganymede 5268 km lik çapı ile merkür ve marstan büyüktür.
Jüpiter 11.86 yılda da Güneş çevresindeki hareketini tamamlar.
Yarı Çapı
|
71.942 km
|
Kütlesi
|
1898 x 10 24 kg
|
Yoğunluğu
|
1326 kg/m3
|
Güneş'e Uzaklığı
|
778.000.000 km
|
Yüzey Sıcaklığı
|
110 K°
|
Güneş Çevresinde Dönme Periyotu
|
11.86 gün
|
Kendi Ekseninde Dönme Hızı
|
13.07 km/sn
|
Kendi Ekseninde Dönme Periyotu
|
9.9250 *saat
|
Görünür Parlaklığı
|
-2.0 m
|
Türkçe İsmi
|
Uğur
|
Satürn
Güneş sistemindeki ikinci büyük gezegendir. Satürn'e halkalı gezegende denir. Çığlak gözle görülebilen en uzak gezegdir. Satürn'ün Güneş'e olan uzaklığı 1.427.000.999 km dir. Güneş çenresindeki dolanma hareketini 29 yılda yapar. Tamamen gazdan oluşmuştur. Hafif gazlardan oluştuğundan yoğunluğu çok küçüktür. Eğer Satürn'ü koyabileceğimiz kadar büyük bir okyanusumuz olsaydı onu bu okyanusta yüzdürebilirdik. Halkalarındaki parçacıklar toz boyutlatından büyük buz bloklarına kadar değişik büyüklüktedir.
Satürn Güneş sisteminde en çok uyduya sahip olan gezegendir. Satürn'ün en büyük uydusu olan Titan merkürden daha büyüktür. Kalın bir atmosfer tabakasına sahip olan Titan'da değişik formlarda canlı olabilmesi ihtimali vardır.
Satürn'ün halkaları büyütme gücü büyük olan bir dürbün ile rahatlıkla seçilebilir. Gezegenin bize göre eğim açısı fazla olduğunda halkalarını görmemiz daha kolay olmaktadır.
Yarı Çapı
|
58,232 km
|
Kütlesi
|
568.46 x 10 24 kg
|
Yoğunluğu
|
687 kg/m3
|
Güneş'e Uzaklığı
|
1.433.000.000 km
|
Yüzey Sıcaklığı
|
81.1 K°
|
Güneş Çevresinde Dönme Periyotu
|
29.44 yıl
|
Kendi Ekseninde Dönme Hızı
|
9.69 km/sn
|
Kendi Ekseninde Dönme Periyotu
|
10.656 *saat
|
Görünür Parlaklığı
|
-2.0 m
|
Türkçe İsmi
|
Kuşak
|
Uranüs
Uranüs 1781 yılında keşfedilmiştir. Uranüs en parlak döneminde çıplak gözle sıradan bir yıldız gibi gözlenir. Uranüs Güneş sisteminde dönme ekseni en garip olan gezegendir. Gezegn kendi ekseni etrafındaki hareketini yuvarlanarak yapar. aynı zamanda uranüsün 5 adet uydusu vardır.
Satürn gibi bir halkaya sahiptir, fakat bu halka çok ince olduğundan iyibir teleskopla ancak gözlenebilmektedir.
Güneşe olan uzaklığı 2.289.000.000 km ve Güneş etrafındaki periyodu 84 yıldır. Bu demektirki uranüste yaşayanlar 84 yılda bir yılbaşı kutlamaktadırlar.
Yarı Çapı
|
25,262 km
|
Kütlesi
|
86,832 x 10 24 kg
|
Yoğunluğu
|
1270 kg/m3
|
Güneş'e Uzaklığı
|
2,872,460,000 km
|
Yüzey Sıcaklığı
|
58.2 K°
|
Güneş Çevresinde Dönme Periyotu
|
84 yıl
|
Kendi Ekseninde Dönme Hızı
|
6.81 km/sn
|
Kendi Ekseninde Dönme Periyotu
|
17.24 *saat
|
Görünür Parlaklığı
|
5.8 m
|
Türkçe İsmi
|
GökHan
|
Neptün
Neptün Güneş sisteminde keşfi en ilginç olan gezegendir. Uranüs bulunduktan sonra üzerinde yapılan incemelerde yörüngesinin kararlı olmadığı başka bir cisim tarafından tedirgin edildiği ortaya çıkmıştır. Bu tedirginlik etkisini yaratan gezegenin koordinatları hesaplanarak teleskoplar oraya çevrilmiş ve yıldız olarak katologlara geçen Neptün'ün aslında bir gezegen olduğu anlaşılmıştır. Neptün mavi rengi ile insanı büyüler. Uranüs gibi ince bir halkası vardır. Ancak büyütme oranı iyi teleskoplar ile gözlenebilir.
Neptün'ün yapısındaki en ilginç yanı çevresinde dolanan Triton Uydusunun ters yönde dolanmasıdır.Bir diğer ilginç olay ise Pluton gezegenin arasıra Neptün'ün yörüngesinin içinden geçerek onu en uzak gezegen yapmasıdır.
Yarı Çapı
|
24764 km
|
Kütlesi
|
102 x 10 24 kg
|
Yoğunluğu
|
1638 kg/m3
|
Güneş'e Uzaklığı
|
4,495,060,000 km
|
Yüzey Sıcaklığı
|
46.6 K°
|
Güneş Çevresinde Dönme Periyotu
|
164.7 yıl
|
Kendi Ekseninde Dönme Hızı
|
5.43 km/sn
|
Kendi Ekseninde Dönme Periyotu
|
16.11* saat
|
Görünür Parlaklığı
|
7.9 m
|
Türkçe İsmi
|
DenizHan
|
Plüton
Pluto güneş sisteminin en uzak ve hakkında en az bilgi olan sistemidir. Dev gezegenlerin arkasında kalan bu minnacık gezegen kendisini bizden ısrarla saklamaktadır. Güneşe çok uzak olduğundan çok karanlık gözükmektedir. Kendisinin yarısı büyüklüğünde bir uyduya sahiptir. Hala bir çok bilim adamı bu cismin bir gezegenmi yoksa bir asteoritmi olduğu tartışmaları yapmaktadır. Yörüngesi diğer gezegenlerin dolaştığı düzleme göre çok eğiktir. Dış merkezliği büyük olan yörüngesi sebebi ile bazen Neptün'ün yörüngesi içerisine girebilmektedir.
Yarı Çapı
|
1195 km
|
Kütlesi
|
0.0125 x 10 24 kg
|
Yoğunluğu
|
1.750 kg/m3
|
Güneş'e Uzaklığı
|
5,869,660,000 km
|
Yüzey Sıcaklığı
|
42.7 K°
|
Güneş Çevresinde Dönme Periyotu
|
247.6 yıl
|
Kendi Ekseninde Dönme Hızı
|
4.72 km/sn
|
Kendi Ekseninde Dönme Periyotu
|
153.29 saat
|
Görünür Parlaklığı
|
13.7 m
|
Türkçe İsmi
|
KaraHan
|
KALITIM VE GENETİK
Genetik Biliminin Gelişimi
Mendel deneylerini yaparken bezelye bitkisinden faydalandı. Mendel, bezelye bitkilerinin tohum sekli (buruşuk, düz), tohum rengi (sari, yeşil), bitki boyu (kısa, uzun) gibi özelliklerinin bir sonraki kuşağa nasıl aktarıldığını incelemiştir.
Mendel'in yaptığı bu çalışmaya benzer çalışmalar, daha önceden de yapılmıştı. Ancak, Mendel'in çalışmalarının diğerlerinden farkı, elde ettiği sonuçları olasılık hesaplarından faydalanarak ifade etmesidir.
Karakter: Türler arası ve tür içi bireylerin çeşitliliğine sebep olan özelliklerdir. Saç rengi , kan gurubu , boy vb..ikiye ayrılır
Kalıtsal karakterler: Genler üzerinde nesilden nesile aktarılan karakterlerdir. Dil yuvarlama, burun şekli , kulak memesi yapışıklığı gibi
Kalıtsal olmayan karakterler: Sadece o canlıyı etkileyen karakterlerdir. Ağırlık , Bazı hastalıklar , Organ eksikliği vb
Mendel Niçin Bezelye Kullanmıştır?
*Kolay yetiştiriliyor olup yılda birkaç ürün (döl) alınması
*Şekil büyüklük ,renk gibi 20 değişik karakter barındırması
*Bezelyelerdeki dişi ve erkek organları taç yapraklar ile sarılıdır. Bu nedenle yabancı tozlaşma yapmaz.
*Bezelyeler homozigot yani saftır.
Kromozomlar ve genler
Kromozomlar üzerindeki Belli bir karakteri gösteren gen bölgesi.
*Aynı özelliğin oluşmasını sağlayan genler homolog kromozom çiftinin karşılıklı bölümlerinde yer alır.
*Karakterlerin oluşmasını genler sağlar.
*Her gen bir özellikten sorumludur.
*Homolog kromozomdan insanda 23 çift vardır.
Mendel, bezelyelerle yaptığı çalışmalar sonucunda bezelyelerin bir kısminin kısa olduğu halde bir kısminin uzun; bazılarının buruşuk
tohumlu, bazılarının düz tohumlu olduğunu gördü.
Bezelyelerin bazıları uzunken bazıları kısa idi. Mendel uzun bezelye ile kısa bezelyelerin saf döllerini tozlaştırdığında birinci kuşağın tümünde uzun bezelyeler elde etti.Birinci kuşakta elde ettiği bezelyeleri kendi aralarında tozlaştırdığında ise oluşan bezelyelerin 3/4'ünün uzun , 1/4'ünün ise kısa olduğunu gördü. Mendel, yaptığı bu çalışmalarda bezelyelere ait farklı özelliklerin(tohum sekli, çiçek rengi gibi) birinci kuşaktan ikinci kuşağa nasıl aktarıldığını göstermiş ve kalıtımın temel ilkelerini keşfetmiştir. Saç rengi, saç sekli, göz rengi, dil yuvarlama gibi özellikler çevremizdeki bireyler arasında farklılık göstermektedir. Bu özellikler kalıtsal özelliklerdir. Kalıtsal özellikler canlılarda bir önceki kuşaktan bir sonraki kuşağa aktarılan özelliklerdir.
Kromozomlarda kalıtsal özelliklerimizi belirleyen gen adi verilen yapılar bulunur. Her organizma türü kendine özgü sayı ve çeşitte genlere sahiptir. Bu, canlıların özelliklerinin birbirinden farklı olmasını sağlar. Genler sizi dünyada essiz yapar. Ayni özellik üzerine etki eden genler kromozom çiftinin ayni bölgelerinde bulunur. Kulak memesinin ayrık olma özelliğini taşıyan gen kulak memesinin yapışık olma özelliğini taşıyan gene göre daha baskındır. Kulak memesinin yapışık olma özelliğini taşıyan gen ise çekiniktir. ilk kuşakta kendi özelliklerinin ortaya çıkmasına neden olan genler (Dominant) baskın genlerdir. Baskın genle birlikte bulunduğu zaman kendi özelliğini gösteremeyen genler ise (Resesif) çekinik genlerdir. Genler harflerle ifade edilir. Büyük harf baskın geni, ayni harfin küçüğü çekinik geni temsil eder. Örneğin bezelyelerde sari tohum rengi baskın ve yeşil tohum rengi çekinik olduğundan bezelyelerdeki kalıtımda sari rengi göstermek için "S", yeşil rengi göstermek için de "s" kullanılır. Bu özellikleri belirleyen genler çiftler halinde bulunduğu için onları temsil eden harfler de çiftler halinde gösterilir. Aşağıdaki tabloda genlerin bu şekilde gösterimi yer almaktadır.
Bir canlının genetik yapısına bağlı olarak çevrenin de etkisiyle ortaya çıkan görüntüsüne fenotip adi verilir. Bir canlının fenotipinin
meydana gelmesini sağlayan genetik yapıya da genotip adi verilir. Aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi tohum rengi bakımından fenotipi sari olan bir bezelyenin genotipi SS veya Ss; fenotipi yeşil olan bir bezelyenin genotipi ise ss şeklindedir.
Uzun ve kısa boylu bezelyelerin çaprazlanması sonucu oluşan bezelyelerin fenotip ve genotipleri görülmektedir. Çaprazlama sonucu ;
Birinci kuşakta fenotipi uzun boylu, genotipi "Tt" olan bezelyeler ortaya çıkmıştır.
Bu bezelyeler birbirleriyle çaprazlandığında ise;
İkinci kuşakta fenotipi üçü uzun, biri kısa boylu olmak üzere dört yavru bezelye bitkisi oluşmuştur.
Fakat genotiplerini incelediğimizde uzun boylu bezelyelerden birinin genotipi "TT", diğer i tt ikisinin ise "Tt"dur.
Kisa boylu bezelyenin genotipi ise "tt"dur. Bu gösterimdeki "TT" ve "tt" birbirine benzeyen iki genden oluştuğu için bunlara(Homozigot) saf döl adi verilir.
"Tt" ise bir baskın bir çekinik genden oluştuğu için (Heterezigot) melez döl olarak adlandırılır.
Öyleyse saf döllere ait tek özelliğin aktarımında ilk kuşakta baskın özelliğin ortaya çıkma olasılığı %100'dür.
Vücut ve Üreme Hücrelerinde Kromozom sayısı
Vücut Hücrelerinde Kromozom sayısı= 44(Vücut Kromozomu) + 2( Cinsiyet Kromozomu)
Vücut Hücrelerinde Kromozom sayısı= 44 + XX veya XY olabilir
Üreme Hücrelerinde ( Sperm, Yumurta ve Polen)=22(Vücut Kromozomu) + 1( Cinsiyet Kromozomu)
Üreme Hücrelerinde ( Sperm, Yumurta ve Polen)=22+ X veya Y olabilir
Hayvanların büyük bir kısmında, dişiler, yapısal ve işlevsel olarak ayni olan bir çift kromozom taşır.
Vücut Hücrelerinde Dişilerin Kromozom sayısı= 44 + XX
Bu kromozom "X" kromozomu olarak bilinir.
Erkekler ise bir tane "X" kromozomu bir tane de, gerek yapı gerekse işlev bakımından farklı olan ve "X" kromozomundan daha küçük olan-bir "Y" kromozomu taşırlar.
Vücut Hücrelerinde Erkeklerin Kromozom sayısı= 44 + XY
Dikkat
*X kromozomunda Y den daha fazla gen bulunur.
*Dişi ve erkek bireylerin vücutlarındaki farklılık eşey kromozomu olan X ve Y deki genlerin farklı olmasından kaynaklanır.
*Dişilerde yumurta 22+X iken Erkeklerde bulunan Üreme ana hücresinin mayoz bölünme sonucu oluşan Spermler 2 çeşittir Bunlar 22+X ve22+Y dir
*22+X li sperm 22+X li yumurta ile birleşirse 44+XX yani dişi birey oluşur.
*22+Y li sperm 22+X li yumurta ile birleşirse 44+XY yani Erkek birey oluşur.
*Çocuğun kız veya erkek olası babadan gelen spermin taşıdığı cinsiyet kromozomu olan X veya Y ye bağlıdır.
"Bir ailenin iki erkek çocuğu vardır. Tekrar çocuk sahibi olmak isteyen bu ailenin kız çocuğu sahip olma olasılığı nedir?"
Örnek 1;
Yukarıda üçgen ve daire ile gösterilen genlere sahip anne ve babanın çocuklarının kulak şekiller verilmiştir.Bu tablodan aşağıdaki yorumlar yapılabilinir.
*Anne ve Baba Heterezigot yani melez döldür.
*Daire geni Üçgen gene baskındır.
*1.2.3. çocuklar ayrık kulak fenotipine sahiptir.
*4. Çocuk yapışık kulak fenotipine sahiptir.
*1. ve 4. çocuklar homozigot yani saf döldür.
*2.ve 3. Çocuklar Heterezigot yani melez döldür.
*Bu anne ve babanın Yapışık kulaklı çocuklarının olma olasılığı %25 veya 1/4 dür.
*Bu anne ve babanın Ayrık kulaklı çocuklarının olma olasılığı %75 veya 3/4 dür.
*Bu anne ve babanın Ayrık kulaklı kız çocuklarının olma olasılığı 3/8 dir.
*Anne ve Babanın fenetipi ayrık kulaklıdır.
*2.ve 3. Çocuklar aynı genotipe sahiptir.
Örnek 2;
Yukarıdaki şekilde anne ve babadan olan çocukların kan gurupları gözükmekte. Buna göre anne ve babanın kan gurupları hakkında nasıl yorumlar yapılabilir?
*Doğukan OO kan gurubu olduğuna göre anne ve babada mutlaka O kan gurubu var demektir.
*Batıkan AB kan gurubu olduğuna göre anne ve babanın her birinde A ve B mutlaka bulunmalıdır.
*Buna göre Baba AO olsa Anne BO olsa Doğukanın O Batıkanın AB olma olasılığı vardır diyebiliriz.
Örnek 3;
Heterezigot yani melez döl Siyah saçlı Ahmet ile Sarı saçlı Ayşe'nin sarı saçlı kız çocuklarının olma olasılığı nedir? (Siyah saç sarı saça baskındır)
Baskın Siyah saçı S
Çekinik Sarı saçıda s ile gösterelim
Heterezigot yani melez döl Siyah saçlı Ahmet diyerek Ahmetin genotipi hakkında bize bilgi vermişlerdir.
Ahmet in genotipi Ss dir .
Sarı saçlı Ayşe demesi bize yeterli bilgiyi vermiştir. Şöyle de diyebilirdi Sarı saçlı homozigot yani saf döllü Ayşe ama Ayşe'nin saçlarının sarı olabilmesi için ancak homozigot olması gerektiğini biliyoruz.
Ayşenin in genotipi ss dir .
Ss x ss çaprazlaması ile Ss-Ss-ss-ss genotipleri oluşur.
Buradan çocuklar 1/2 oranında siyah saçlı 1/2 oranında da sarı saçlı olur.
Yanlız bize kız çocuk olma oranını sorduğundan 1/2 sarı saçlı olma oranı kızın yanında 1/2 lik erkek de olma oranı ile çarpılarak 1/4 olur.
Yani Sarı saçlı kız olma oranı 1/4 olur.
Genetik Hastalıklar
Renk Körlüğü
Renk körlüğü, X kromozomunda bulunan ve çekinik genle taşınan genetik bir hastalıktır.
Örneğin kırmızı-yeşil renk körlüğünde insanlar kırmızıyı yeşilden ayıramamaktadır. Bu insanlar üstteki resimde gizli olan figürü göremezler.
Orak Hücreli Anemi
Bir diğer genetik hastalık da orak hücreli anemidir. Bu hastalık da çekinik bir genle taşınır. Bu hastalığa yakalanmış kişilerin alyuvarları değişikliğe uğrayarak resimde görüldüğü gibi orak sekline dönüşür ve alyuvarların yeterli miktarda oksijen taşımasını engeller.Ayrıca bu hücreler küçük kan damarlarını tıkayarak bazı organların ya da dokuların yeterli oksijen almasını engeller. Eğer anne ve babamız bu hastalığın genlerini taşıyorsa ve her ikisinden de bu hastalığın genleri bize geçmişse orak hücreli anemi hastalığı bizde ortaya çıkar.
Hemofili
X kromozomu üzerinde bulunan ve yine çekinik bir genin etkili olduğu, bir başka genetik hastalık da kanın pıhtılaşmaması hastalığıdır. Bu hastalığa hemofili denilmektedir. Bu hastalıkta kanın pıhtılaşmasını sağlayan protein üretilemez. Çok küçük bir yaralanma ve sıyrıkta veya iç kanamalarda akan kanın uzun süre durdurulamaması sebebi ile kişinin yasamı sona erebilir.
Down Sendromu
Üstte Down sendromu olan iki çocuğun fotoğrafı görülmektedir. Down sendromlu kişiler geniş elli, kısa parmaklı, tıknaz vücutludurlar ve bu bireylerde zeka geriliği görülür. Down sendromlu bireylerin vücut hücrelerinde 46 kromozom yerine 47 kromozom bulunmaktadır. Kromozom sayısındaki fazlalık bu hastalığa yol açmaktadır.
Bunların dışında başka genetik hastalıklar da vardır.
Genetik hastalıkların ortaya çıkış sebebi ne olabilir?
Bu hastalıkların ortaya çıkısında akraba evliliğinin rolü olabilir mi?
Dikkat;
Balık pulluluk , yapışık parmaklılık ve kulak kıllılığı Y eşey kromozomu ile taşınır.
Y kromozomu ile aktarılan karakterler; Sadece erkeklerde görülür. Hasta babanın bütün erkek çocukları hastadır. Genlerin baskınlığı veya çekinikliği önemli değildir. Çünkü etkilerini örtecek başka bir alel gen yoktur.
Akraba evliliği,
Akraba evliliği, aralarında kan bağı bulunan bireylerin evlenmesidir. Akraba evliliklerinin yapıldığı ailelerde genetik hastalıklar daha çok görülür. Bunun sebebi, yakin akrabaların genetik yapılarının birbirine benzemesidir. Bu da bu tür hastalıkları
taşıyan genlerin bir araya gelme olasılığını arttırır. Örneğin Akdeniz anemisi hastalığı taşıyıcısı ve akraba olan bireylerin
evlendiklerinde hasta çocuklarının olma riski akraba olmayan bireylere göre daha yüksektir. Bu nedenle özellikle yakin akraba
evliliğinden kaçınılması, akraba evliliği yapmış olanların ise mutlaka genetik tarama testleri yaptırması gerekir.Günümüzde genetik hastalıkları önlemeye ve ailelere sağlıklı çocuklar kazandırmaya yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Bu amaçla tedavisi henüz mümkün olmayan genetik hastalıklar, gebeliğin erken safhalarında saptanabilmektedir. Ayrıca herhangi bir genetik hastalık
için risk taşıyan ve çocuk sahibi olmaktan kaçınan ailelere sağlıklı çocuk sahibi olma imkanı sağlanmaktadır.
Genetik Biliminin Gelişimi
Mendel deneylerini yaparken bezelye bitkisinden faydalandı. Mendel, bezelye bitkilerinin tohum sekli (buruşuk, düz), tohum rengi (sari, yeşil), bitki boyu (kısa, uzun) gibi özelliklerinin bir sonraki kuşağa nasıl aktarıldığını incelemiştir.
Mendel'in yaptığı bu çalışmaya benzer çalışmalar, daha önceden de yapılmıştı. Ancak, Mendel'in çalışmalarının diğerlerinden farkı, elde ettiği sonuçları olasılık hesaplarından faydalanarak ifade etmesidir.
Karakter: Türler arası ve tür içi bireylerin çeşitliliğine sebep olan özelliklerdir. Saç rengi , kan gurubu , boy vb..ikiye ayrılır
Kalıtsal karakterler: Genler üzerinde nesilden nesile aktarılan karakterlerdir. Dil yuvarlama, burun şekli , kulak memesi yapışıklığı gibi
Kalıtsal olmayan karakterler: Sadece o canlıyı etkileyen karakterlerdir. Ağırlık , Bazı hastalıklar , Organ eksikliği vb
Mendel Niçin Bezelye Kullanmıştır?
*Kolay yetiştiriliyor olup yılda birkaç ürün (döl) alınması
*Şekil büyüklük ,renk gibi 20 değişik karakter barındırması
*Bezelyelerdeki dişi ve erkek organları taç yapraklar ile sarılıdır. Bu nedenle yabancı tozlaşma yapmaz.
*Bezelyeler homozigot yani saftır.
Kromozomlar ve genler
Kromozomlar üzerindeki Belli bir karakteri gösteren gen bölgesi.
*Aynı özelliğin oluşmasını sağlayan genler homolog kromozom çiftinin karşılıklı bölümlerinde yer alır.
*Karakterlerin oluşmasını genler sağlar.
*Her gen bir özellikten sorumludur.
*Homolog kromozomdan insanda 23 çift vardır.
Mendel, bezelyelerle yaptığı çalışmalar sonucunda bezelyelerin bir kısminin kısa olduğu halde bir kısminin uzun; bazılarının buruşuk
tohumlu, bazılarının düz tohumlu olduğunu gördü.
Bezelyelerin bazıları uzunken bazıları kısa idi. Mendel uzun bezelye ile kısa bezelyelerin saf döllerini tozlaştırdığında birinci kuşağın tümünde uzun bezelyeler elde etti.Birinci kuşakta elde ettiği bezelyeleri kendi aralarında tozlaştırdığında ise oluşan bezelyelerin 3/4'ünün uzun , 1/4'ünün ise kısa olduğunu gördü. Mendel, yaptığı bu çalışmalarda bezelyelere ait farklı özelliklerin(tohum sekli, çiçek rengi gibi) birinci kuşaktan ikinci kuşağa nasıl aktarıldığını göstermiş ve kalıtımın temel ilkelerini keşfetmiştir. Saç rengi, saç sekli, göz rengi, dil yuvarlama gibi özellikler çevremizdeki bireyler arasında farklılık göstermektedir. Bu özellikler kalıtsal özelliklerdir. Kalıtsal özellikler canlılarda bir önceki kuşaktan bir sonraki kuşağa aktarılan özelliklerdir.
Kromozomlarda kalıtsal özelliklerimizi belirleyen gen adi verilen yapılar bulunur. Her organizma türü kendine özgü sayı ve çeşitte genlere sahiptir. Bu, canlıların özelliklerinin birbirinden farklı olmasını sağlar. Genler sizi dünyada essiz yapar. Ayni özellik üzerine etki eden genler kromozom çiftinin ayni bölgelerinde bulunur. Kulak memesinin ayrık olma özelliğini taşıyan gen kulak memesinin yapışık olma özelliğini taşıyan gene göre daha baskındır. Kulak memesinin yapışık olma özelliğini taşıyan gen ise çekiniktir. ilk kuşakta kendi özelliklerinin ortaya çıkmasına neden olan genler (Dominant) baskın genlerdir. Baskın genle birlikte bulunduğu zaman kendi özelliğini gösteremeyen genler ise (Resesif) çekinik genlerdir. Genler harflerle ifade edilir. Büyük harf baskın geni, ayni harfin küçüğü çekinik geni temsil eder. Örneğin bezelyelerde sari tohum rengi baskın ve yeşil tohum rengi çekinik olduğundan bezelyelerdeki kalıtımda sari rengi göstermek için "S", yeşil rengi göstermek için de "s" kullanılır. Bu özellikleri belirleyen genler çiftler halinde bulunduğu için onları temsil eden harfler de çiftler halinde gösterilir. Aşağıdaki tabloda genlerin bu şekilde gösterimi yer almaktadır.
Bir canlının genetik yapısına bağlı olarak çevrenin de etkisiyle ortaya çıkan görüntüsüne fenotip adi verilir. Bir canlının fenotipinin
meydana gelmesini sağlayan genetik yapıya da genotip adi verilir. Aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi tohum rengi bakımından fenotipi sari olan bir bezelyenin genotipi SS veya Ss; fenotipi yeşil olan bir bezelyenin genotipi ise ss şeklindedir.
Uzun ve kısa boylu bezelyelerin çaprazlanması sonucu oluşan bezelyelerin fenotip ve genotipleri görülmektedir. Çaprazlama sonucu ;
Birinci kuşakta fenotipi uzun boylu, genotipi "Tt" olan bezelyeler ortaya çıkmıştır.
Bu bezelyeler birbirleriyle çaprazlandığında ise;
İkinci kuşakta fenotipi üçü uzun, biri kısa boylu olmak üzere dört yavru bezelye bitkisi oluşmuştur.
Fakat genotiplerini incelediğimizde uzun boylu bezelyelerden birinin genotipi "TT", diğer i tt ikisinin ise "Tt"dur.
Kisa boylu bezelyenin genotipi ise "tt"dur. Bu gösterimdeki "TT" ve "tt" birbirine benzeyen iki genden oluştuğu için bunlara(Homozigot) saf döl adi verilir.
"Tt" ise bir baskın bir çekinik genden oluştuğu için (Heterezigot) melez döl olarak adlandırılır.
Öyleyse saf döllere ait tek özelliğin aktarımında ilk kuşakta baskın özelliğin ortaya çıkma olasılığı %100'dür.
Vücut ve Üreme Hücrelerinde Kromozom sayısı
Vücut Hücrelerinde Kromozom sayısı= 44(Vücut Kromozomu) + 2( Cinsiyet Kromozomu)
Vücut Hücrelerinde Kromozom sayısı= 44 + XX veya XY olabilir
Üreme Hücrelerinde ( Sperm, Yumurta ve Polen)=22(Vücut Kromozomu) + 1( Cinsiyet Kromozomu)
Üreme Hücrelerinde ( Sperm, Yumurta ve Polen)=22+ X veya Y olabilir
Hayvanların büyük bir kısmında, dişiler, yapısal ve işlevsel olarak ayni olan bir çift kromozom taşır.
Vücut Hücrelerinde Dişilerin Kromozom sayısı= 44 + XX
Bu kromozom "X" kromozomu olarak bilinir.
Erkekler ise bir tane "X" kromozomu bir tane de, gerek yapı gerekse işlev bakımından farklı olan ve "X" kromozomundan daha küçük olan-bir "Y" kromozomu taşırlar.
Vücut Hücrelerinde Erkeklerin Kromozom sayısı= 44 + XY
Dikkat
*X kromozomunda Y den daha fazla gen bulunur.
*Dişi ve erkek bireylerin vücutlarındaki farklılık eşey kromozomu olan X ve Y deki genlerin farklı olmasından kaynaklanır.
*Dişilerde yumurta 22+X iken Erkeklerde bulunan Üreme ana hücresinin mayoz bölünme sonucu oluşan Spermler 2 çeşittir Bunlar 22+X ve22+Y dir
*22+X li sperm 22+X li yumurta ile birleşirse 44+XX yani dişi birey oluşur.
*22+Y li sperm 22+X li yumurta ile birleşirse 44+XY yani Erkek birey oluşur.
*Çocuğun kız veya erkek olası babadan gelen spermin taşıdığı cinsiyet kromozomu olan X veya Y ye bağlıdır.
"Bir ailenin iki erkek çocuğu vardır. Tekrar çocuk sahibi olmak isteyen bu ailenin kız çocuğu sahip olma olasılığı nedir?"
Örnek 1;
Yukarıda üçgen ve daire ile gösterilen genlere sahip anne ve babanın çocuklarının kulak şekiller verilmiştir.Bu tablodan aşağıdaki yorumlar yapılabilinir.
*Anne ve Baba Heterezigot yani melez döldür.
*Daire geni Üçgen gene baskındır.
*1.2.3. çocuklar ayrık kulak fenotipine sahiptir.
*4. Çocuk yapışık kulak fenotipine sahiptir.
*1. ve 4. çocuklar homozigot yani saf döldür.
*2.ve 3. Çocuklar Heterezigot yani melez döldür.
*Bu anne ve babanın Yapışık kulaklı çocuklarının olma olasılığı %25 veya 1/4 dür.
*Bu anne ve babanın Ayrık kulaklı çocuklarının olma olasılığı %75 veya 3/4 dür.
*Bu anne ve babanın Ayrık kulaklı kız çocuklarının olma olasılığı 3/8 dir.
*Anne ve Babanın fenetipi ayrık kulaklıdır.
*2.ve 3. Çocuklar aynı genotipe sahiptir.
Örnek 2;
Yukarıdaki şekilde anne ve babadan olan çocukların kan gurupları gözükmekte. Buna göre anne ve babanın kan gurupları hakkında nasıl yorumlar yapılabilir?
*Doğukan OO kan gurubu olduğuna göre anne ve babada mutlaka O kan gurubu var demektir.
*Batıkan AB kan gurubu olduğuna göre anne ve babanın her birinde A ve B mutlaka bulunmalıdır.
*Buna göre Baba AO olsa Anne BO olsa Doğukanın O Batıkanın AB olma olasılığı vardır diyebiliriz.
Örnek 3;
Heterezigot yani melez döl Siyah saçlı Ahmet ile Sarı saçlı Ayşe'nin sarı saçlı kız çocuklarının olma olasılığı nedir? (Siyah saç sarı saça baskındır)
Baskın Siyah saçı S
Çekinik Sarı saçıda s ile gösterelim
Heterezigot yani melez döl Siyah saçlı Ahmet diyerek Ahmetin genotipi hakkında bize bilgi vermişlerdir.
Ahmet in genotipi Ss dir .
Sarı saçlı Ayşe demesi bize yeterli bilgiyi vermiştir. Şöyle de diyebilirdi Sarı saçlı homozigot yani saf döllü Ayşe ama Ayşe'nin saçlarının sarı olabilmesi için ancak homozigot olması gerektiğini biliyoruz.
Ayşenin in genotipi ss dir .
Ss x ss çaprazlaması ile Ss-Ss-ss-ss genotipleri oluşur.
Buradan çocuklar 1/2 oranında siyah saçlı 1/2 oranında da sarı saçlı olur.
Yanlız bize kız çocuk olma oranını sorduğundan 1/2 sarı saçlı olma oranı kızın yanında 1/2 lik erkek de olma oranı ile çarpılarak 1/4 olur.
Yani Sarı saçlı kız olma oranı 1/4 olur.
Genetik Hastalıklar
Renk Körlüğü
Renk körlüğü, X kromozomunda bulunan ve çekinik genle taşınan genetik bir hastalıktır.
Örneğin kırmızı-yeşil renk körlüğünde insanlar kırmızıyı yeşilden ayıramamaktadır. Bu insanlar üstteki resimde gizli olan figürü göremezler.
Orak Hücreli Anemi
Bir diğer genetik hastalık da orak hücreli anemidir. Bu hastalık da çekinik bir genle taşınır. Bu hastalığa yakalanmış kişilerin alyuvarları değişikliğe uğrayarak resimde görüldüğü gibi orak sekline dönüşür ve alyuvarların yeterli miktarda oksijen taşımasını engeller.Ayrıca bu hücreler küçük kan damarlarını tıkayarak bazı organların ya da dokuların yeterli oksijen almasını engeller. Eğer anne ve babamız bu hastalığın genlerini taşıyorsa ve her ikisinden de bu hastalığın genleri bize geçmişse orak hücreli anemi hastalığı bizde ortaya çıkar.
Hemofili
X kromozomu üzerinde bulunan ve yine çekinik bir genin etkili olduğu, bir başka genetik hastalık da kanın pıhtılaşmaması hastalığıdır. Bu hastalığa hemofili denilmektedir. Bu hastalıkta kanın pıhtılaşmasını sağlayan protein üretilemez. Çok küçük bir yaralanma ve sıyrıkta veya iç kanamalarda akan kanın uzun süre durdurulamaması sebebi ile kişinin yasamı sona erebilir.
Down Sendromu
Üstte Down sendromu olan iki çocuğun fotoğrafı görülmektedir. Down sendromlu kişiler geniş elli, kısa parmaklı, tıknaz vücutludurlar ve bu bireylerde zeka geriliği görülür. Down sendromlu bireylerin vücut hücrelerinde 46 kromozom yerine 47 kromozom bulunmaktadır. Kromozom sayısındaki fazlalık bu hastalığa yol açmaktadır.
Bunların dışında başka genetik hastalıklar da vardır.
Genetik hastalıkların ortaya çıkış sebebi ne olabilir?
Bu hastalıkların ortaya çıkısında akraba evliliğinin rolü olabilir mi?
Dikkat;
Balık pulluluk , yapışık parmaklılık ve kulak kıllılığı Y eşey kromozomu ile taşınır.
Y kromozomu ile aktarılan karakterler; Sadece erkeklerde görülür. Hasta babanın bütün erkek çocukları hastadır. Genlerin baskınlığı veya çekinikliği önemli değildir. Çünkü etkilerini örtecek başka bir alel gen yoktur.
Akraba evliliği,
Akraba evliliği, aralarında kan bağı bulunan bireylerin evlenmesidir. Akraba evliliklerinin yapıldığı ailelerde genetik hastalıklar daha çok görülür. Bunun sebebi, yakin akrabaların genetik yapılarının birbirine benzemesidir. Bu da bu tür hastalıkları
taşıyan genlerin bir araya gelme olasılığını arttırır. Örneğin Akdeniz anemisi hastalığı taşıyıcısı ve akraba olan bireylerin
evlendiklerinde hasta çocuklarının olma riski akraba olmayan bireylere göre daha yüksektir. Bu nedenle özellikle yakin akraba
evliliğinden kaçınılması, akraba evliliği yapmış olanların ise mutlaka genetik tarama testleri yaptırması gerekir.Günümüzde genetik hastalıkları önlemeye ve ailelere sağlıklı çocuklar kazandırmaya yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Bu amaçla tedavisi henüz mümkün olmayan genetik hastalıklar, gebeliğin erken safhalarında saptanabilmektedir. Ayrıca herhangi bir genetik hastalık
için risk taşıyan ve çocuk sahibi olmaktan kaçınan ailelere sağlıklı çocuk sahibi olma imkanı sağlanmaktadır.
BAĞIMLILIĞA SEBEP OLAN MADDELER VE BUNLARIN ZARARLARI
Bağımlılık Yapan Maddeler |
ALKOL
NEDİR? Alkol dünyadaki en eski ve en geniş şekilde kullanılan uyuşturucu türüdür. BULUNABİLİRLİK & KULLANIM Kanunların yaş sınırlaması olmasına rağmen, alkol gençler tarafından çok kolay elde edilebilir. Araştırmalara göre gençler alkolü genellikle evde bulurlar ve ev içerisinde tüketirler. ETKİLERİ Tüm psikoaktif uyuşturucularda olduğu gibi, sosyal durum ve aktivite alkolün etkisini doğrudan etkiler. İçe kapanıklık hissedebilirler veya tam tersi sosyal olabilirler. Yani sevinçli içersen şarkı söylersin, kederli içersen ağlarsın gibi. KULLANIM İŞARETLERİ Alkol almanın genel işaretleri ağızdaki sürekli bir alkol kokusu, konuşmada kayma, motor kontrolünün kaybı, zayıf yargılama, saldırganlık ve vahşi davranışlardır. RİSKLERİ Araştırmaların gösterdiğine göre alkol ile şiddet arasında bir ilişki mevcuttur. İstatistiklere göre şiddet içeren suçların, tecavüz dahil, yüksek oranı saldırganlar ve/veya kurbanlar alkolün etkisindeyken meydana gelmektedir. Riskleri azaltmak için ise aç karına içmemek, içkili araç kullanmamak, içkili olan bir kişinin sizi aracıyla bir yere götürmesine izin vermemek, içki yarışına girmemek, alkol ile diğer uyuşturucuları karıştırmamak (reçeteli ilaçlar dahil), kişinin alkole karşı olan tepkisini bilmesi (herkesin farklıdır), ve yabancılarla iken içmemek gerekmektedir. ALKOLÜN sebep olduğu riskleri ortadan kaldırmanın en iyi yolu hiç kullanmamaktır. TÜTÜN NEDİR? Tütün bitkisi (Nikotina tabacum) içinde çeşitli psikoaktif uyuşturucular bulunan bir maddedir. Tütün ürünleri içinde 4000'e yakın kimyasal madde vardır. Sigara ve mamulleri bu bitkinin kurutulmuş yapraklarından elde edilir. Nikotin tüm bağımlılık yapan maddelerin en zehirli ve bağımlılık yaratanıdır . Doğal olarak renksiz, yakıldığında kahverengi olan nikotin havayla temas ettiğinde tütün kokusu alır. Tüketim yolu fark etmeksizin kolayca kana karışmaktadır. BULUNABİLİRLİK & KULLANIM Tütünün kullanımı fiziksel bağımlılığın ne kadar kuvvetli olduğunun bir göstergesidir. Sigara içmek 1900'lü yılların başından beri, nikotin tüketiminin tartışmasız en çok kullanılan yöntemidir. Sigaradan bir fırt çekmek nikotinin neredeyse anında kan sistemine yayılarak beyine ulaşmasını ve 10 saniye içersinde merkezi sinir sistemini etkilemesini sağlar. Diğer yandan, puro ve pipo içenler genellikle çok az ya da hiç duman çekmezler ve nikotin ağızlarındaki mukoza zarları tarafından emilir. KULLANIM İŞARETLERİ 18 yaşında küçüklere tütün ürünlerini satmak yasaktır, ancak bunu kontrol etmek çok zordur. Çünkü ebeveynlerin kendisi çocuklarına sigara satın aldırmaktadırlar. ETKİLERİ Nikotin aynı zamanda hem uyarıcı hem de yatıştırıcı etkisi gösterir. Nikotin ani bir etkileşim gösterip kan basıncını ve kalp atışını artırır. Nikotinin anında beliren etkileri maddenin hazmından dakikalar sonra azalır ve bu durumun yeniden yakalaması ve yoksunluk yaşamamak için sürekli sigara içilir ve tabii ki tiryaki olunur. Tütünü ilk defa kullananlar bulantı, baş dönmesi, ve baş ağrısı yaşayabilirler. RİSKLERİ Günümüzde sigara içenlerin çoğu günde neredeyse bir paket ya da daha fazla sigara içmektedir bu da çoğu hastalık için olan risklerini arttırmaya yeterlidir. Çok sayıda çalışma göstermiştir ki günde bir paket sigara içenler, hiç içmeyenlerle kıyaslandığında on kat daha fazla akciğer kanserine ve iki kat fazla kalp krizi riski taşımaktadırlar. Ek olarak sigara içmek kronik bronşit, empisemi gibi diğer ciğer hastalıklarına sebep olabilir ve astımı arttırabilir. Sigara aynı zamanda ağız, gırtlak, mide, pankreas, böbrek, idrar yolu kanserine sebep olabilir. Ayrıca sigara içmediği halde pasif içici konumuna düşen binlerce insanda aynı hastalıklara yakalanabilmektedir. Hamile iken sigara içmek, doğmamış bebeği zehirlemektir. Pipo ve purolar alternatif metotlar olsa da risksiz değillerdir. Vücutlarına gene nikotin girmekte ve dolayısıyla akciğer, dudak, ağız ve gırtlak kanserine yakalanma riskleri mevcuttur. Tütün ve nikotinle bağlantılı olan riskleri azaltmak amacıyla duman olan yerlerden kaçınılmalı ve sigara tüketilmemelidir. Ayrıca sigaradan kaynaklanan çeşitli tehlikeli hastalıkların riskleri göz önünde bulundurulmalı ve hiç kullanmamalıdır. ECSTASY NEDİR? Ecstasy, kimyasal adıyla MDMA (3, 4-metilendioksimetamfetamin), ağızdan alınan bir haptır. Haplar değişik şekil ve markalarda mevcuttur. Bazı durumlarda MDMA toz halinde satılmaktadır. Hap şeklindedir ama asla yasal kullanımı yoktur, dolayısıyla denetim altında değildir. Genel bir kullanıcının bir "doz" içerisinde hangi maddeleri bulunduğunu bilmesi bu sebeple imkansızdır. BULUNABİLİRLİLİK & KULLANIM Özellikle gece kulübü ve elektronik müzik organizasyonlarında popüler olan Ecstasy tabletleri bulunabilirliği mümkündür. Tipik bir doz olarak 100-125 mg dört ila altı saat etkisini gösterir. ETKİLERİ Kullananlar kendilerini açılmış, rahatlamış, güzel, korkusuz, toleranslı ve etrafındaki insanlara bağlı olarak tanımlarlar. Genellikle sosyal ortamlarda kullanılan Ecstasy duygusal (seksüel olması gerekmez) bir madde sayılır. Ecstasy alındıktan yaklaşık 45 dakika sonra kullanıcılar etkisine girerler. Bu madde sinir hücresine girdikten sonra serotoninin bol miktarda salınımına neden olur ve serotonin üreten enzimleri engeller. Ecstasyinin en önemli etkisi kişiyi aktive etmesi ve bilinç değişikliklerine neden olmasıdır. Bu etkiler alınan doza ve kişinin içinde bulunduğu ruhsal duruma doğrudan bağlıdır. Alındıktan 20 ile 60 dakika içinde etki göstermeye başlar. İlk bir saat içinde en güçlü etkiyi yapar. Dört ile altı saat içinde bu etki sonlanır. Ertesi gün içinde de kimi zaman hafif derecede etkileri gözlenebilir. Ecstasy, beden ısısını ve kan basıncını artırır. Sıcak, havasız ortamlarda ve çok hareket sonrası beden ısısı ciddi boyutlara ulaşır. Ağızda kuruluk, dişlerde tatsız bir his algılanabilir. Ecstasy, yönelim ve algı bozukluğu yaratır. Diğer insanlara karşı yakınlık hissi, kendini rahat hissetme, görsel algıda bozulmalara yol açmaktadır. Kişi kendini enerjik ve aldırmaz hisseder. KULLANIM İŞARETLERİ Ecstasy kullananların göz bebekleri genişler ve ışığa hassasiyet artar. Çeneyi sıkma ve diş gıcırdatma gözlemlenebilir efektlerdendir. Duyum artar ve kullanıcılar çoğu zaman bunu dans etme isteği, konuşma ve dokunarak ile gösterir. Kullanıcılar çoğu zaman abartılı şevkat hareketleri gösterebilir. RİSK Bazı kullanıcılar tecrübeden sonra 48 saate kadar kendilerini depresif hissettiklerini belirtmektedir. Uzun süreli kullanımda etkilere ulaşmak daha zorlaşabilir. Fiziksel olarak bağımlılık yaratmasa da, "yaşanılan sanalı" kovalama veya ulaşma ihtiyacı olabilir, bu da doz artımına ve daha sık kullanıma sebep verebilir. Kullanımdaki artışla beraber kullanıcılar sık sık kendilerini yorgun hisseder, çeneleri ağrır ve mutlulukları azalır. Depresyondan ve tükenmeden kaçınmak isteyenler hem dozda hem de kullanım sıklığında artırma geliştirirler. Çok sayıda ters etkileme olduğu bildirilse de vücut ısısındaki tehlikeli derecede artış Ecstasy'nin bilinen yaygın tehlikelerinden biridir. Vücut ısısının artması sıcak ve genellikle havasız ortamlarda uzun süre dans etmekten, vücuttaki sıvı miktarının azalması gerçekleşir. Ölüm; aşırı dozdan görülmekle birlikte, genellikle vücut ısısının artması, su ihtiyacı yada diğer bir uyuşturucu madde ile karıştırma ile bağlantılıdır. Ecstasyinin uzun zamanlı etkileri halen araştırma altındadır. Bazı araştırmacılar uzun süreli kullanımların kalıcı beyin hasarlarına yol açabileceği değerlendirilmektedir. Bazı çalışmalar Ecstasyinin vücuttaki seratonin ve dopamin seviyelerini etkilediğini göstermektedir fakat bunun uzun süreli etkilerinin ne olabileceği halen açık değildir. Ecstasy kalbin ritim bozukluğuna sebep olabilir ve hipertansiyon ve kalp hastalıklarının tetikleyicisi olabilmektedir. ECSTASYİNİN sebep olduğu riskleri ortadan kaldırmanın en iyi yolu hiç kullanmamaktır. ESRAR NEDİR? Esrar içinde, yapraklarında, tohum ve çiçeklerinde psiko aktif kimyasal tetrahidrokanibal (THC) bulunan bir bitkidir. THC'nin yoğunluğu bitkiden bitkiye değişir, fakat çoğu bitki yüzde 2-5 THC içerir. Esrarın elde edildiği bitki olan Hint Keneviri bitkisi kağıt, giysi, inşaat malzemesi ve pek çok diğer malzeme yapımında kullanılır. BULUNABİLİRLİK & KULLANIM Genellikle sigara gibi içilen esrar elle sarılabilir ve "j", "joint", "co" olarak adlandırılan içi boşaltılmış sigara içine konularak kullanılır. Pipo veya cam, plastik ve odundan yapılmış pipolar vasıtasıyla da içilebilir. Bazı zamanlar çay gibi demlenir ya da kek gibi yiyeceklerin içine karıştırılabilir. Bu sinsiliği sebebi ile insanların emin olmadıkları insanlardan bir şey yiyip içmemeleri şarttır. ETKİLERİ Esrar efektleri alınan THC miktarına veya kullanım şekline göre (içilerek ya da yiyerek) değişir. Esrar içimi THC maddesini çabuk bir biçimde ciğerlere geçirir ve takiben kan sistemine karıştırır ve daha sonra da beyine ulaştırır. Efektleri neredeyse anında belirir ve bir ila iki saate kadar sürebilir. Yenildiğinde THC maddesi daha yavaş kana karışır bununla beraber etkisi daha yoğun ve uzun olur. Esrar kullananlar değişik tepkiler olduğunu belirtirler. Bu tepkiler sanal barışçıl ve coşkulu olmaktan saçmalama ve paranoyaya kadar değişebilir. Fiziksel tepkiler gözlerin kanlanması, hafif çarpıntı, ağız kuruması olarak listelenebilir. Kullanıcılar sıkça açlık hissetseler de kan şekeri seviyesinde bir düşme yoktur. KULLANIM İŞARETLERİ Yanan yaprak kokusuna benzer esrar kokusu en fark edilir işarettir. Her hangi bir davranış bozukluğu olması gerekmez fakat kullananlar uçarı, kızarık gözlü, sakar, unutkan, iştahı artmış ve ilgisiz görünebilirler. Esrarın yarattığı unutkanlıklar "ekmek kafa" olarak adlandırılır. RİSKLERİ Sürekli kullananların çoğunluğu, esrarı diğer bağımlılık yapıcılardan ayırsalar da ve "ben bağımlı değilim" deseler de, bağımlı hissetme ve tüketimi sınırlayamama gibi esrar ile bağlantılı problemler ortaya çıkar. Bu problemlerin gençlerde ve yeni kullanıcılarda daha belirgin baş göstermesi sık görülür. Zaman içerisinde ağır esrar kullanımı özellikle sigara içmekle birleştiğinde (ki, sigara ve esrar ayrılmaz ikilidir) potansiyel solunum problemlerine sebep olabilir. Esrar yasal değildir ve kullanımı tutuklanma, yargılanma ve hapse girme gibi yasal sonuçlara sebep olabilir. Bununla beraber, uyuşturucu testleri sonucunda kişi ehliyetini, sigortasını, kredilerini ve bir takım sosyal hizmetlerde yer alma hakkını kaybedebilir. ESRARIN sebep olduğu riskleri ortadan kaldırmanın en iyi yolu hiç kullanmamaktır. EROİN NEDİR? Eroin morfin maddesinden üretilmektedir. Doğal olarak afyon bitkisinin kozalağında mevcut olan bir uyuşturucudur. Eroin afyonun içinde bulunan alkaloidlerden bir tanesidir. Baz morfinin asetik asit ile birlikte ısıtılması ve diğer kimyasal işlemlerden sonra oluşur. Sokaklardaki eroin genellikle saf değildir ve beyazdan koyu kahverengi bir renge kadar çeşitli yoğunluklarda değişebilir. Bu değişiklikler tipik olarak üretim safhasında meydana gelen kirliliklerden ve/veya içine karıştırılan diğer maddelerden dolayıdır. Eroin; Güney Amerika, Güneydoğu ve Güneybatı Asya, ve Meksika'da üretilmektedir. BULUNABİLİRLİK & KULLANIM Eroin burundan çekilebilir, sigara gibi içilebilir veya enjekte edilebilir. Sigara yasal ve çok kullanır bir madde olduğu için, eroin genellikle ilk tuzak olarak insanlara bu yöntemle sunulur. Ülkemizin jeopolitik konumu sebebiyle, eroin yakalamaları çok olmakla birlikte, yakalanan miktar ile kullanım arasında bir illiyet bağı yoktur. ETKİLERİ Eroin ve diğer afyon bazlı uyuşturucular vücut hareketlerini yavaşlatan özelliktedir. Kullanıcılar sıcaklık, rahatlama, ve kopma hisleri uyandırdığını belirtirler. Fiziksel ve duygusal ağrılar azalmakla birlikte bunlara "ağrıların ertelenmesi" demek daha doğrudur. Bu etkiler çok çabuk ortaya çıkar ve alınan eroinin miktarına ve alış şekline göre birkaç saat sürebilir. İlk kullanımlar bulantı ve kusma ile sonuçlanabilir fakat bu tepkiler sürekli kullanımla giderek azalır. KULLANIM İŞARETLERİ Eroin kullanan kişi uyuşuk görünür ve dalar, kusar, kaşınır veya göz bebekleri toplu iğne başı gibi küçülür. Ayrıca; iştahın kapanması, uyku bozukluğu, ağır nefes alma, cinsel isteksizlik ve kabızlık vardır. Yoksunluk çeken eroin bağımlıları genellikle hoş olmayan, üşütmeye benzer bulgulardan yakınırlar. Kusabilir, aşırı terler, mide krampları geçirir, tüm vücutları ağrır, diyare olur, burun akması, sıcak-soğuk kızarmalar, depresyon ve rahatsızlık geçirirler. Eroin yoksunluğu, değişebilmekle beraber, son kullanımdan sekiz saat sonra ortaya çıkar ve üç gün ile bir hafta arası sürebilir. Yoksunluk ikinci ve üçüncü günde zirveye ulaşır. RİSKLERİ Enjeksiyon çok miktarda eroinin kan sistemine birden karışmasını sağlayarak ölümcül aşırı doz riskinin en çok olduğu kullanımdır. Burundan çekilmesi de aşırı dozla sonuçlanabilir, özellikle alışık olmayan bir kimse yüksek miktarda kuvvetli bir eroini veya alkol gibi başka uyuşturucu maddeleri karıştırarak alırsa ölüm gerçekleşebilir. Eroinden meydana gelen aşırı dozun belirtileri; ağır ve az nefes alma, kıvranma, koma, ve ölüm olarak listelenebilir. Pis ve kullanılmış enjektörlerin kullanımı HIV, Hepatit B ve C gibi ölümcül enfeksiyon hastalıkların yayılmasına sebep olmaktadır. Uy uşturucuları enjekte etmek veya enjektör paylaşmak diğer ciddi hatta ölümcül hastalıkların veya enfeksiyonlara sebep olabilir. Bunlardan bazıları endokartis, embolizma ya da kangren, botulizma, tetanoz, ve deri yiyen bakteri olarak nitelendirilebilirler. Son olarak enjeksiyon, apselere (acılı bir cilt yarası) ve takip edici olarak kan zehirlenmesine sebep olabilir. Bazı kişiler, eroini burundan çekmenin ya da sigara gibi içmenin, bağımlılığa sebep vermeyeceği inancıyla özenebilirler. Fakat birkaç kullanım bile tolerans ve bağımlılıkla sonuçlanır. Bazı bağımlılar eroini sadece yoksunluk krizleri yaşamamak için kullanmaya devam ederler. Eroin yasa dışı bir maddedir ve bulundurmak veya satmaktan hüküm giymek çok ciddi kriminal cezalarla sonuçlanabilir. EROİNİN sebep olduğu riskleri ortadan kaldırmanın en iyi yolu hiç kullanmamaktır. KOKAİN NEDİR? Kokain Güney Amerika'daki And Dağlarında yetişen koka bitkisinin yapraklarından elde edilir. Bölgedeki birçok yerli kabile halen hafif, uyarıcı bir etki amacıyla koka yaprakları çiğnemektedir. Bilim adamları kokaini bitkinin yapraklarından 1860 yılından kısa bir süre önce elde etmişlerdir. Kokain hidroklorid (HCL) acı tatlı, beyaz, ince bir tozdur.Burundan çekildiğinde veya enjekte edildiğinde uyuşturur. "Crack" kokainin sigara gibi içilebilir küçük parçalar yada "kayalar" halindeki formuna verilen addır. Crack kokain HCL'nin amonyak veya sodyum bicarbonat (pişirme sodası) ve su ile karıştırılması ve ısıtılarak kokain alkoloidin "baz" karışımın tuzu (hidroklorid) ortaya çıkarılması sonucunda elde edilir. Bu işlem uyuşturucunun gerektiği gibi yanmasını ve daha fazla kokain içeren dumanın elde edilmesini sağlar. "Crack" Tanımı karışımın yakılarak içildiğinde çıkan kırılma seslerinden ortaya çıkmıştır. BULUNABİLİRLİK & KULLANIMI Çoğu kullanıcı kokaini buruna çektiği gibi enjekte de edilebilir. Crack yakılarak içilir. Tütün içerisinde ve nargile kullanılır. Kokain kullanımı, kalp atışını artırır, sahte enerji oluşumunu ortaya çıkarır ve geçici olarak kullanıcılara keyif, güven ve coşku vererek yorgunluğu azalttığı sanılır. Kokain'in efektlerinin süresi alım yoluna ve yoğunluğuna bağlıdır. Crack maddesi yakılarak içildiğinde yüksek miktarda kokaini ciğerlere göndererek damardan enjekte edilmiş kadar kuvvetli bir etki yaratır. Bu efektler neredeyse hemen ortaya çıkar, çok şiddetlidir ve 5-10 dakika sürer. KULLANIM İŞARETLERİ Kokain veya crack kullanan bir kimse normal bir insandan daha enerjik gözükür, konuşur, sürekli kıpırdanır, ve normalden daha fazla çenesini sıkar. Aynı zamanda tetikte olurlar ve hep etraflarına bakarlar. Ortak fiziksel etkiler ağız kuruması, terleme, uyku ve iştah kaybıdır. Bunlarla beraber kalp atışı ve tansiyon da artar. Sürekli kullanım davranış bozuklukları, rahatsızlık, paranoya ve hatta halüsinasyonlara yol açabilir. Bu efektler uyuşturucu vücuttan çıkana kadar yavaş yavaş azalır. Ağır kokain/crack kullanımının sonradan beliren etkileri kilo kaybı, depresyon, ve bitkinliktir. RİSKLERİ Zamanla, kokaini her gün alan birçok kullanıcı uyuşturucuya karşı tolerans geliştirir, yani yarattığı etkileri yeniden yaşayabilmek için daha çok kullanmaya başlarlar. Kokain ve crakin etkilerinin kısa süreli olduğu da düşünülürse kullanıcı sürekli olarak ilk ulaştığı "sanalı" kovalar duruma gelir. Felç, kalp krizi, ani krizler rapor edilmiş orataya çıkan durumlardır. Kalp hastası olan kişiler yüksek risk altındadır. Kokain / Crack maddesinin kronik, ağır kullanımı kilo kaybı, cinsel problemler, tutarsız düşünme, aşırı değişken ruh hali, paranoya, saldırganlık ve psikoz gibi şikayetler doğurabilir. Bir çok bu gibi kullanıcı fiziksel olarak tükenmiş, olur böylece hastalıklara karşı savunmasızdırlar yani bağışıklık sistemleri zayıflamış insanlardır. Kokainin buruna sürekli çekilmesi burun zarlarının hasar görmesine sebep olur. Kokain/Crack'in yakılarak içilmesi ciğerlere hasar verir ve hızla artan emme kapasitesiyle birlikte daha fazla kullanıma neden olur. Kokainin enjekte edilmesinin bir çok ciddi riski vardır. Kokainin kan sistemine karışmasına ek olarak, enjektör veya diğer enjeksiyon araçları paylaşıldığında kullanıcılar HIV enfeksiyonu/AIDS ve/veya Hepatit B ve C virüslerine karşı savunmasız hale gelirler. KOKAİN/CRACK kullanımının risklerini azaltmanın en iyi yolu hiç kullanmamaktır. İÇE ÇEKİLEN MADDELER
NELERDİR?
Diğer uyuşturucuların da içe çekilebildikleri gibi, "içe çekilenler" tanımı genellikle sadece içe çekilebilen maddeler için kullanılmaktadır. Binden fazla ev ve sanayi tipi ürün içindeki maddelerin etkileşimini yaşamak amacıyla içe çekilebilmektedir. İçe çekilen maddeler için tam olarak bir kategori yapmak zordur, çünkü bu maddeler çok değişik tıbbi bulgulara sahiplerdir. Değişik ürünlerde genellikle bulunan formlarına dayanarak dört temel içe çekilen madde sayılabilir; sıvı uçucular, spreyler, gazlar ve nitratlar. Sıvı uçucular: Kapağı kapatılmadan oda sıcaklığında bırakıldıklarında uçan sıvılardır (tiner, boya sökücü, benzin, uhu gibi). Spreyler: Sprey boyalar, bitkisel yağ spreyleri, sanayi tipi koruyucu spreyler. Gazlar: Tıbbi anesteziler (eter, kloroform, halotan, nitroksit/kahkaha gazı), ve ev gereçleri veya sanayi ürünlerinin içinde bulunan gazlardır. (bütan çakmağı, propan tankı, krem şantı kutusu, buzdolabı gazı). Nitratlar: Kan damarlarını genişletmek amacıyla kullanılan özel tip içe çekilen maddelerdir. Kasları gevşetir (cyclohexyl nitrat,i amil nitrat, ve bütil nitrat). BULUNABİLİRLİK & KULLANIM Kolay ulaşım, düşük fiyat, ve kolay saklayabilme özelliklerinden dolayı içe çekilenler bir çok genç tarafından ilk denenen maddelerin başında gelir. Değişik içe çekilenlerin ortak kullanım yolları arasında buruna çekme, ağızdan nefes alarak içe çekme, bez aracılığıyla sıvı uçucuların ağız veya burundan içe çekilmesi, ve torbalar yardımıyla maddelerin içe çekilmesi şeklindedir. Maddeler direkt olarak sprey kutularından ya da balon gibi diğer muhafaza ekipmanlarından içe çekilebilirler. Nitroksit diğer gazlardan çok daha sık kötü amaçlı kullanılmaktadır. Krem şanti kutularından ve dolum kartuşlarından kolayca elde edilebilmektedir. ETKİLERİ İçe çekilen maddeler ciğerler tarafından çabucak emilir ve kan sistemine geçer, ve kısa yoldan beyin ve diğer organlara ulaşır. İçe çekilen maddeler içindeki kimyasallar değişik efektlere sahip olsalar da bu maddelerin çoğu genellikle hızlı bir sanallık sağlar, alkol zehirlenmesinde olduğu gibi. Böylece kullanıcılar genel olarak heyecanlanma, coşku, dışa açıklık, konuşma kayması, koordinasyon eksikliği, ve baş dönmesi gibi etkilere maruz kalırlar. İçe çekilen nitratlar damar açıcı özelliğe sahip olduklarından farklı efektlere sahiptirler. Kalp atışı artar ve aşırı ısınma ile beraber heyecanlanmaya sebep olurlar. Etkileri birkaç dakika sürer. Diğer etkileri arasında kızarma, baş dönmesi ve baş ağrısı sıralanabilir. KULLANIM İŞARETLERİ İçe çekici madde kullanan bir kimsenin gösterdiği belirtiler aşırı alkol tüketimindeki belirtilere benzemektedir, sarhoş veya karmaşık davranış, konuşmanın kayması, rahatsızlık, ve ertesi gün rahatsızlığı. Ek olarak içe çekici madde kullanan kişilerin ağızlarında ve kıyafetlerinde kimyasal koku, boya lekeleri mevcuttur. Son olarak çevrelerinde kimyasal madde atıklarına, boya kutularına kimyasal maddelere bulanmış bez parçaları ve kıyafetler bulunabilir. RİSKLERİ İçe çekilen maddelerin etkisi sadece birkaç dakika sürdüğünden dolayı, kullanıcılar kafasının devamını sağlamak amacıyla saatlerce içe çekme faaliyetine devam ederler. Devam eden içe çekmeler sonucunda kullanıcılarda bilinç kaybı ve ölüm görülebilir. İçe çekilen maddelerin sürekli yoğun olarak kullanımı sonucunda kullananlar genellikle uyuşuk ve baş ağrılarıyla gezerler. Sıvı çözücüler ve spreyler içinde bulunan yüksek yoğunluktaki kimyasal maddeleri koklamak kalp yetersizliğine ve hatta ölüme sebep verebilir. Bu sendroma genellikle "ani koklama ölümü" denir. Ek olarak içe çekilen maddelerin aşırı yoğunluktakileri oksijen yetmezliği merkezi sinir sisteminin iflas etmesine sebep olarak boğulmayla sonuçlanabilir. Plastik torbalardan bilinçli olarak bu tip maddelerin koklanması veya bu tip maddelerin bulunduğu mekanlarda uzun süre kalmak boğulma ile sonuçlanabilir. Yukarıdaki tehlikelerin yanında içe çekmeden tıkanarak kusmanın sebep olduğu boğulmalar ve motorlu araç kazaları ve diğer mekanik sakatlıklar sıralanabilir. Kronik olarak bu tip maddelerin etkisinde kalma sonucunda beyin ve merkezi sinir sisteminde ciddi hasarlar ve diğer organlarda belirtiler görülebilir. Bu tip maddelerin sonuç verdiği hastalık ve hasarların genellikle tedavi edilememe ihtimali de vardır. Ayrıca maddelerin yanıcı olması, kullananların algılayışlarının bozulması ile birlikte yangınlara ve bundan doğan sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına hatta ölümlere sebep olmaktadır. İÇE ÇEKİLEN MADDELERİN sebep olduğu riskleri ortadan kaldırmanın en iyi yolu hiç kullanmamaktır. LSD NEDİR? LSD (liserjik asit dietilamid) bilinen en yoğun kafa-karıştırıcı maddelerdendir. 30 mikrogram (gramın milyonda biri) kadar az dozların bile saatler süren efektleri mevcuttur. Tatsız ve kokusuz bir madde olan LSD çavdar ve diğer tahıllarda yetişen bir tür mantar olan, ergot bitkisinin bir bileşiği olan, liserjik asitten üretilir. BULUNABİLİRLİK & KULLANIM LSD genellikle ağızdan oral olarak alınır. Elde edilen LSD örneklerinin kuvvetleri doz başı yirmi ile seksen mikro gram arasında değişiklik göstermektedir. Bazen "mikrodot" tyabletler veya "windowplains" jelatin formlarında bulunsalar da, LSD genellikle "kağıt parça asit" olarak satılmaktadır. Bu form tipik olarak kurutma kağıdının LSD içinde ıslatılıp küçük kare parçalara bölünerek elde edilir. LSD'nin sokaktaki veya zamana göre değişik formlarını tanımlamak amacıyla her dozda ve tabakada değişik tasarımlar olduğu görülmüştür. ETKİLERİ LSD'nin tecrübesi genellikle önceden kestirilemez ve doz seviyesine, kullananın duyguları ve içinde bulundukları çevreye göre çok değişken olabilir. Efektleri genellikle yarım saat ile 90 dakika arasında, hazım edildikten sonra, başlar ve 12 saate kadar sürebilir. Kullanıcılar sıkça yoğun renkler, bozulmuş şekiller ve ölçüler, ve eşyaların hareket ettiklerinin görüldüğünü belirtmişlerdir. Seslerin bozulması ve yer ve zaman algılamadaki değişimlerde belirtilen ortak tecrübelerdir. Hislerdeki algılama bazen sinestezi olarak bilinen, kişinin renkler görmesi ve sesler duyması olan bir fenomen ile karışır. LSD etkisi altında iken yaşanan duygusal tepkiler aşırı pozitif ile aşırı negatif arasında değişebilir yani ne olacağı önceden bilinemez. Bazı zamanlar aynı trip (yolculuk) içersinde bile olabilir. Bazı kişiler kendilerinin daha fazla farkında olduklarını ve LSD triplerinin dinsel törenlerdeki ve benzeri tecrübelerde yaşanan etkileşimlere benzediğini belirtmişlerdir. Vücuttan ayrılma hissi de ortak anlatılan tecrübelerdendir. KULLANIM İŞARETLERİ Gözlemlenen kısmen hafif etkiler göz bebeklerinin küçülmesi, kalp atışındaki artış, kan basıncının artması ve vücut ısısının artması, terleme, iştah kaybı, uyku, ağız kuruması ve titreme olarak belirtilebilir. Bazı kişiler, LSD'nin etkisi altında iken çok değişken duygusal tepkiler de verebilir. Diğer kişiler ile konuşmada ve ilişkide zorlanmalar görülebilecek diğer etkilerdendir. RİSKLERİ Kromozomlara ve beyinde yol açtığı hasarlar bir çok araştırmaya konu olmuştur. LSD maddesinin esas riskleri çoğunlukla psikolojiktir. Akut negatif tecrübeler (bad trip - kötü yolculuk) LSD kullanımı ile anılan en belirgin sorundur. Kötü yolculuklar ilk kez kullananlarda olasıdır, özellikle uygun olmayan mekanlarda doz ayarlaması yanlış yapılarak yaşanır. Hoş olmayan ve korkunç tecrübeler daha çok kullanan kişi zaten tedirgin (örneğin neler olacağı üzerine) veya melankolik ise yaşanmaktadır. Böyle bir kimse paniğe kapılabilir ve paranoya yaşar, özellikle yabancı, yoğun, veya karışık ortamlarda tetiklenmesi daha sık görülür. LSD maddesinin merak edilir ve özenilecek etkisi göz önünde bulundurulduğunda kayıtlara geçen kötü yolculukların sayısı 1960lı yılların medya konusu olmasıyla büyük oranda artmıştır. Kötü yolculuk tecrübeleri, medyanın ilgisinin 1960'ların sonuna doğru gittikçe azalmasıyla beraber düşmüştür. Diğer yandan 1070 yıllarında LSD kullananların sayısı artmaya devam etmiştir. LSD kullanımı çoğu zaman önceden tahmin edilemeyen ve önemsenmesi gereken bir çıldırma riskiyle beraber anılmaktadır. Bunun yanında kalıcı beyin yıpranmaları da küçümsenmeyecek risklerdendir. Klinik araştırmalar incelendiğinde kronik problemsel etkileri, yaşandığı taktirde, çoğunlukla zaten var olan, madde alımından önce de mevcut psikolojik sorunlardan kaynaklanmaktadır. Bir LSD fenomeni olan "flasback" (geriye dönüş) halen hafifsenmeyecek kadar kötü sonuçlar yaratmaktadır. Genellikle yaşanan veya korkulan geriye dönüş tecrübeleri çoğunlukla abartılı olsalar da bazı kullanıcılarda görülen "Halisünasyonların sebep olduğu algılama bozukluğu" üzerine çalışmalar devam etmektedir. Yapılan detaylı araştırmalarda LSD kullanıcılarının şiddetli patlamalara ve garip davranışlara eğilimleri ortaya çıkmıştır. Uçacaklarına inanarak binaların tepelerinden atlayabilirler, kör olana kadar güneşe bakabilir, gözlerini yuvalarından çıkarabilir ve hatta cinayet işleyebilirler. LSD maddesinin risklerini tamamen ortadan kaldırmak için hiç kullanmamak gerekir. GHB NEDİR? GHB (Gama-Hidroksibütrat) merkezi sinir sistemini etkileyen bir depresanttır. Bu madde genel olarak dans kültürü çevresinde görülür ve bazılarınca Ecstasye bir alternatif olarak kullanılır. GHB kapsül ya da toz formunda olabilir fakat en yaygın formu küçük şişelerdeki sıvı GHB dir. BULUNABİLİRLİK & KULLANIM GHB genellikle sıvı olarak tüketilen, renksiz ve kokusuz, hafif tuzlu tatta bir maddedir. Tipik olarak yaklaşık 10 kullanımlık küçük şişelerde satışa sunulur. Yarım çay kaşığından bir çay kaşığına kadar değişen dozajı vardır. Çoğu kullanan maddeyi aldıktan 10 dakika ile 1 saat arasında etkisini gösterdiğini ve uçuşun iki ila üç saat sürdüğünü belirtmektedir. GHB ilk olarak uykusuzluk tedavisi ve vücut geliştiricilerce fiziksel gücü artırma amaçlı kullanılmıştır. Daha sonra yavaş yavaş eğlence amaçlı kötüye kullanımı artmıştır. GHB oldukça yeni bir maddedir ve genellikle genç "kulüp" toplulukları tarafından tercih edilmektedir. ETKİLERİ GHB' nin kullanım ertesi etkileri alkole çok benzer. Kullananlar çekinmesiz, rahat ve coşkulu bir hisse kapıldıklarını ve müzik ve dansa karşı daha istekli olduklarını belirtmişlerdir fakat bununla beraber bulantı, uyuşukluk, hareketsizlik ve ağız kaymasına sebep olabilir. KULLANIM İŞARETLERİ Alkole benzer etkilerinden dolayı, kullananlar sarhoş gibi görünebilirler. Rahatlamış, daha konuşkan görülebilir ve sanal sosyalleşme gerçekleşir, dansa olan ilgileri artar ve coşkuya kapılırlar. Yüksek dozlarda alındığında baş dönmesi, bulanıklık, anlaşılmazlık meydana gelebilir ve kontrol edilemeyen fiziksel hareketlere sebep olabilir. RİSKLERİ GHB denetim altında olmadığından konsantrasyonu çok değişken olabilir ve kullanıcılar her defasında alınan miktarın güvenli olup olmadığını bilemezler. Kullananlar bir saat içerisinde etkilerini göstermediğinde az tükettiklerini düşünerek daha fazla tüketebilirler. Maddenin etki süresi değiştiğinden bu gibi durumlarda aşırı doz riski yüksektir. GHB den aşırı doza maruz kalan bir kimse bilincini kaybeder (GHB Koması) ve tepki gösteremez. Aşırı doz nefes almayı da engelleyebilir ve kusmaya sebep olabilir. GHB bağımlılık yapar ve yoksunluk krizleri vardır. Maddeye aşırı ihtiyaç duyma, artan kalp atışı, yükseklik korkusu, uykusuzluk, aşırı sayıklama ve rahatsızlık ortaya çıkan durumlardır. Bu bulgular yaklaşık iki hafta veya daha fazla sürebilir. GHB "tecavüz uyuşturucusu" olarak adlandırılmaya başlanmıştır çünkü bu madde kişiyi bilinçsiz veya hareket edemez bir hale sokabilir. GHB gibi sıvı maddeler fark edilmeden içki içerisine karıştırılabildiklerinden, içkinizi başı boş ve yabancıların bulundukları ortamlarda bırakmamalısınız. Örneğin cola içmek istediğinizde garson colanızı açmadan getirsin, böylece kendi güvenliğinizi kolayca almış olursunuz. GHB nin getirdiği riskleri azaltmak amacıyla madde alkol ve diğer depresantlarla karıştırılmamalıdır. Riskleri tamamen ortadan kaldırmak için en iyi yöntem GHB'yi hiç kullanmamaktır. GHB nin sebep olduğu riskleri ortadan kaldırmanın en iyi yolu hiç kullanmamaktır. KETAMİN NEDİR? Ketamin bir "dissosiyatif anestetik" tir, yani kullananlarda çevrelerinden ya da acılarından bağlantısız veya kopukluk hissi yaratır. Uyuşturucunun efektleri phencyclidine (PCP) ile benzerdir. Hap, sıvı ve toz formlarında bulunur. Ketamin medikal ihtiyaçlarda kullanılan denetim altında olan bir maddedir. Genellikle veteriner anestezi ihtiyaçlarında kullanılır. Dağıtımı çok sıkı bir şekilde gözlemlenir ve medikal olmayan kullanım için bulundurmak yasa dışıdır, cezalandırılır. SOKAK İSİMLERİ K, Special K, vitamin K, Ketalar, Lady K, özel K, vitamin K, "Ketalar SV" ve "Cat Valiums". Ketamin kullanıcıları tecrübesine ve/veya efektlerine trip. K alanı veya K deliği olarak tanımlayabilirler. BULUNABİLİRLİK & KULLANIM Hayvan ameliyatlarında kullanıldığı için, veterinerlerde, hayvan hastanelerinde bulunur. Bunlara yakın insanların kontrolü sayesinde kaçağı ile karşılaşmak pek mümkün değildir. Eğlence amaçlı kullananlar bazen Ketamini enjekte eder ya da içerler. Çoğunlukla kullananlar beyaz bir toz haline gelmesi için Ketamini pişirir ve burundan çekerler. Yutulduğunda Ketamin fiziksel tepki olarak uyuşukluk, ağrı kesici, hissizlik ve sanal rahatlama gösterir. Alım şekline göre maddenin efektlerinin hissedilmesi dört ile yirmi dört dakika arasındadır. Geçen yirmi yıl içersinde, Ketaminin elektronik müzik çevresine girişiyle güçlü bir uyarıcı olarak maalesef ünü artmıştır. ETKİLERİ Ketaminin efektleri alınan doza göre değişir. Küçük dozlarda bir rüyada gibi uçma hissi uyandırır. Kullanıcı çevresinden ve vücudundan uzaklaşma yaşar. Eller ve ayaklar hissizleşir ve etkilenmeleri güçleşir. Etkisi altında iken duygular çok çabukça değişebilir. Kullanıcılar kalkıp dans etmeye yönelebilirler, fakat yüksek dozlar hareket etmeyi zorlaştırır. Hareket edememe "K-Deliği"nde olmak ile ifade edilir. Çok yüksek dozlar kullanıcılarda anestetik etkisi veya bilinç kaybı gösterir. Kullanan yaralansa bile uyanmaz, çünkü vücudunun veya çevresinin farkında değildir. Bazıları yaşadıklarını hatırlamaz. KULLANIM İŞARETLERİ Ketamin almış veya verilmiş bir kişi çok sarhoş bir kişiden daha fazla sakarlaşır - tehlikeli biçimde - çünkü kişi uyarılmış ve fiziksel tehlikeler tarafından uzak hisseder. Ketamin kullanıcıları bir an heyecan ve şaşkınlık diğer bir an da tamamen değişik hislere kapılabilir. Konuşmaları kayar, manasız konuşur ve kafası karışmış gibi görünür. Kalp atışlarında bir artma olabilir. Yüksek miktardaki Ketemin kullananın hiç hareket edememesine neden olur. Yere yığılabilir veya hareketsiz kalabilir. Uyanık fakat tepki gösteremeyecek durumda olabilir. Kusma görülebilen tepkilerdendir. RİSKLERİ Uyuşturucu Kullanım Uyarı Ağı'nın (Drug Abuse Warning Network - DAWN) verilerine göre Amerikalı medikal uzmanlar tarafından belirlenen 1994 ile 1999 yılları arasında Ketamin bağlantılı ölümlerin sayısı kırk altıdır. "K-Deliği"nde veya uçuşta iken yaralanmak çok kolaydır. Bu kazalar ölümcül olabilir. Ketamin psikolojik gereksinme yaratabilir ve bağımlılıkla sonuçlanır. Sürekli kullanım bilinçte rahatsızlık yaratır ve nevroza ya da diğer sinirsel bozukluklara sebep olabilir. Ketamin "günlük-tecavüz uyuşturucusu" olarak etiketlenmiştir, çünkü etkisi altındaki kişi bilinçsiz veya hareketsiz böylece saldırıya karşı savunmasız durumdadır. KETAMİNİN sebep olduğu riskleri ortadan kaldırmanın en iyi yolu hiç kullanmamaktır. ANABOLİK STEROİDLER NEDİR? Anabolik steroid erkek hormonlarına benzer yapıda olup içerisinde erkek hormonu ihtiva ederler. Anemi ve kas cerrahisinde kullanılırlar. Astım ve egzama iltihaplanmalarında kullanılan diğer steroidlerle karıştırılmamalıdır. BULUNABİLİRLİK & KULLANIM Yutulabilir tabletler halinde bulunurlar. Enjeksiyon için likit formları da bulunabilir. Vücut geliştirmeciler, atletler ve diğer spor dalları ile uğraşanlar arasında performans arttırıcı gücü nedeniyle maalesef popülerdirler. Bazı kişilerin, önerilen dozun 10-100 kere fazlasını aldıkları da gözlemlenmiştir. Piyasada çok miktarda sahte anabolik steroidler satılmaktadır. Bunların sahte olmaları nedeniyle herhangi bir etkileri yoktur. Kullanıcılar aslında hiçbir aktive edici etkisi olmayan maddeleri satın almaktadırlar. Bu tip anabolik sterodilerin veterinerlik sahasında kullanıldığı da bilinmektedir. ETKİLERİ Kullanıcılar ilacın kendilerini agresif yaptığını belirtmektedirler. Sporcular bu ilaçlar sayesinde daha yoğun antrenman programı uygulayabildiklerini belirtmektedirler. Sporcular tarafından katı bir egzersiz programı beraberinde kullanıldığında kas kütlesi oluşturmaya yardımcı olmaktadır. Yorucu ve ağır egzersizlerin negatif etkilerini atlatmada yardımcı olabilir. KULLANIM İŞARETLERİ Steroidler fiziksel olarak bağımlılık yapıcı değildirler ancak kişiyi hızlı bir şekilde psikolojik olarak bağımlı hale getirebilirler. Kullanılmadığı taktirde, geri çekilmeyle beraber, kişi de uyuşuk ve depresyon belirebilir. RİSKLERİ Normalde sakin olan kişiler saldırganlaşabilirler. Genç iseniz, anabolik steroid kullanımı gelişiminizi (büyüme sürecinizi) durdurabilir. İlaç enjeksiyonu; damar yapısının bozumu, ülser veya kangren oluşumuna neden olabilir. Kirli veya birden fazla kişilerce paylaşılan iğneler HIV veya hepatit yayılımını hızlandırabilir. Erkekseniz; ereksiyon problemi yaşayabilir, kadınsanız göğüslerinizde büyüme olabilir, sivilceleriniz çıkabilir. Kadın kullanıcılarda yüzde kıllanma, seste kalınlaşma, göğüslerde küçülme ve menstruasyon (period) problemleri ortaya çıkabilir. Ruh hallerinizde; değişkenlik, gelgitler oluşabilir ve bu durum netice de uzun vadeli bir depresyona kadar gidebilir. ANABOLİK STEROİDLERİN risklerini tamamen ortadan kaldırmak için maddeyi hiç kullanmamak en iyi yöntemdir. |
Bugün 101248 ziyaretçi (221066 klik) kişi burdaydı!
Ücretsiz kaydol